Tarama Sonuç Kümeleri
Kümeler aramadaki ilk 100 sonuca göre oluşturulmuştur.

Tümünü Listeye Ekle
Çalışmanın amacı, ilköğretim kurumlarındaki öğretmenlerin dijital okuryazarlık düzeyleri ile öğretmen liderliği rolleri arasındaki ilişki seviyesinin belirlenmesidir. Ayrıca öğretmenlerin dijital okuryazarlık düzeyleri ile öğretmen liderliği rolleri; cinsiyet, medeni durum, yaş, branş, mesleki kıdem ve eğitim durumları değişkenleri açısından da ele alınmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu İstanbul’un Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa ve Fatih ilçelerindeki ilköğretim kurumlarında görev yapan ve “kolayda örnekleme” yoluyla belirlenen 306 öğretmen oluşturmaktadır. Çalışmadaki verilere “Dijital Okuryazarlık Ölçeği”, “Öğretmen Liderliği Ölçeği” ve “Kişisel Bilgi Formu” kullanılarak ulaşılmıştır. Analizler sonucunda elde edilen veriler normal dağılım gösterdiği için parametrik testler uygulanmıştır. Frekans, yüzde, korelasyon, bağımsız örneklem t-Testi, ANOVA ve LSD testi ile veriler analiz edilmiştir. Çalışma sonunda ilköğretim kurumlarındaki öğretmenlerin dijital okuryazarlık düzeyleri ile öğretmen liderliği rolleri arasında anlamlı bir ilişkiye ulaşılmıştır.
Modern koruma röleleri, akıllı şebeke işleyişini optimize etmede temel bileşenler olarak hizmet eder. Birçok besleyici ve enerji kaynağını entegre etmek, çift yönlü enerji akışını etkili bir şekilde yönetmek için verimli bir strateji gerektirir. Mevcut modern koruma röleleri, arıza çözme işlemini etkili bir şekilde koordine etme konusunda sınırlamalarla karşı karşıyadır, bu nedenle uyarlanabilir bir koruma rölesine ihtihaç duyulmaktadır. Bu proje'nin temel amacı, çift yönlü enerji akışının karmaşık teknik zorluklarını ele almak için çoklu ajan sistemine (MAS) dayalı bir adaptif koruma rölesi formüle etmek, tasarlamak, geliştirmek ve doğrulamaktır. Geliştirilen röle ayrıca elektrik alt istasyonundaki kaynakların veya yüklerin eklenmesi veya çıkarılması nedeniyle ağ yapılandırma değişiklikleri için otomatik yeniden yapılandırma özelliğine sahiptir.
Avrupa Birliği (AB) müktesebatında (acquis communautaire) ceza ve ceza muhakemesi hukuku sahasında, daha önceki Avrupa Birliği Antlaşmalarından farklı olarak 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması’ndan itibaren önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Lizbon Antlaşması ile ceza muhakemesi hukukunda uyumlaştırma faaliyetleri özellikle sanık ve mağdur hakları konusunda gerçekleştirmiştir. Bu alana öncelik verilmesinin nedeni, karşılıklı tanıma ilkesinin hayata geçirilebilmesi için üye devletler arasındaki güvenin güçlendirilmesi ihtiyacıdır. Bu bağlamda, Lizbon Anlaşması m. 82 hükmünde tanınan yetkiye dayanılarak ceza muhakemesinde uyumlaştırma amacıyla bir dizi Direktif kabul edilmiştir. Bu direktifler, tercüman yardımından yararlanma, bilgi edinme, avukat yardımından yararlanma hakkı ve masumiyet karinesine ilişkindir. Mağdur hakları ve çocuk yargılaması konusunda da birer Direktif kabul edilmiştir. Çalışmada direktiflerle getirilen düzenlemeler incelenerek, AB’nin ceza muhakemesi alanındaki işbirliğinden ulusal-üstü bir modele geçiş süreci değerlendirilmektedir.
Hardaliye is a traditional beverage produced by fermenting red grapes with mustard seeds and sour cherry leaves in the Thrace region of Turkey. There are few studies that have determined the microorganisms responsible for hardaliye fermentation, and these are limited to lactic acid bacteria (LAB) using culture-dependent techniques. The aim of this study was to determine the bacterial dynamics of hardaliye fermentation using a culture-independent approach, high-throughput sequencing of 16S rRNA amplicons. Hardaliye was produced using the traditional method, and samples were taken and analyzed on days 0, 2, 4, 6, and 10 of fermentation. During the fermentation period, pH decreased from 3.65 to 3.23. Amplicon sequencing showed that bacterial diversity was highest at 2 d, and lowest at 10 d, the final day. Although Enterobacteriaceae was the most dominant family at 0 and 2 d, Acetobacteriaceae, specifically Gluconobacter frateurii, became dominant with ~50% relative abundance at 4 d, and increased its abundance to >98% at 6 and 10 d. Although a slight increase in the relative abundance of ~1% (0 d) to ~5% (4 d) was observed in LAB, their presence was limited. This study showed that acetic acid bacteria should not be overlooked in hardaliye fermentation.
Kur’ân evrensel ve kıyamete kadar geçerliği devam edecek, Hz. Muhammed’e (s.a.v) Arap dili ile nazil olmuş ilahi bir kitaptır. Kur’ân’nın mesajın anlaşılmasına yönelik olarak onu ilk tefsîr eden kişi Hz. Peygamber’dir. Kur’ân’ı anlama ve yorumlama gayreti onunla başlamış ve ondan sonra ashaba ve tabiûna, onlardan da yaşadığımız zamana kadar devam etmiştir. Kur’ân’ın anlaşılması üzerine ilimler derli toplu bir şekilde tasnif edilerek ve alt dallara bölünerek gelişmiştir. Bu bakımdan Ulûmü’l-Kur’ân ilminin doğru bir yöntem takip ederek Kur’ân’ın nüzûlü, vahyin korunmuşluğu, tedvîni, cem‘i, istinsâhı (çoğaltılması), okunuş kaideleri, ezberlenmesi, yazıya aktarılması, anlam, yorum, üslubu ve Arap dilinin incelikleri gibi çeşitli meseleleri bir araya getirdiği anlaşılmaktadır. Kur’ân ilimlerinin konusu Mekkî- Medeni âyetler, sebeb-i nüzul, nâsih ile mensûh, muhkem ile müteşâbih, vücûh ile nezâir, mücmel ile mufassal ve hakikat ile mecâz anlam gibi Kur’ân ile alakalı olarak bilinmesi gereken pek çok hususlardan oluşmaktadır. Kur’ân ilimleriyle alakalı olarak oldukça fazla sayıda eserin telif edilmiş olduğu ve çağımızda bu alanla ilgili yapılan çalışmaların devam ettiği görülmektedir. Bu çalışmaların her biri kendisine ait birtakım özelliklere sahiptir. Bununla birlikte konuları ve amaçları Kur’ân’ın doğru anlaşılması olsa da yöntemlerinde farklılıklar gösterdikleri bilinen bir gerçektir. Yöntem farklılığı birçok ilim dalı ortaya çıkarmıştır. Ulûmü’l-Kur’ân veya Tefsir eserlerinin muhtevasının çoğunlukla Rasülüllâh’ın (s.a.v) yaşadığı döneme dayandığı anlaşılmaktadır. Özellikle “tefsîr usûlü” ile “Ulûmu’l-Kur’ân” birbirleri ile uyum içinde olduğu gibi her ikisi birbirinin yerine kullanılmaktadır. Diğer taraftan Ulûmü’l-Kur’ân alanında günümüzde yapılan çalışmalar genellikle amaç, içerik ve kapsam bakımından klasik eserlerin ekseninde devam edip yöntemleri takip edilerek kaleme alınmışlardır. Ulûmü’l-Kur’ân sahasında dokuzuncu yüzyılda Suyûtî’nin el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân ve on ikinci yüzyılda İbn Akîle’nin ez-Ziyâde ve’l-İhsân fî Ulûmi’l-Kur’ân Kur’ân ilimleri sahasında ansiklopedik tarzda yazılmış iki klasik eserdir. Bu makalede İbn Akîle’nin Suyûti’nin el-İtkân’ı üzerine yazmış olduğu ez-Ziyâde ve’l-İhsân fî Ulûmi’l-Kur’ân eserindeki bölümlerin değerlendirmesi yapılmıştır. Seksen bölümden oluşan el-İtkân Ulûmi’l-Kur’ân alanında usul açısından kaynak eser olmasının yanı sıra somut örnek üzerinden Kur’ân’ı açıklayan farklı bir yöntem getirmiş bir eserdir. Bu itibarla gerek bölümlerin kurgulanışı gerekse de tefsir, hadis ve rivayet yöntemlerini ele alama biçimi oldukça kapsamlıdır. Aynı yöntem ve usulü takip eden İbn Akîle ise ez-Ziyâde ve’l-İhsân’da el-İtkân’da incelenen konulara yeni bölümler ekleyerek bölüm sayını genişletmiştir. Makalemiz kapsamında yapılan incelemede İbn Akîle’nin aslında el-İtkân’da yer alan bazı konuları çok dikkat etmeden tekrar eklediği tespiti yapılmıştır. Yeni konular hakkındaki yanılgıları ve sebepleri makalemizde iki farklı bölümde açıklanmıştır. İbn Akile’nin yanılgısının olup olmadığını kapsamlı değerlendirmek için karşılaştırmalı bir yöntem takip edilmiştir. Örneğin “ilmü vahyi’l-kur’ân ve hakîkatü’l-vahyi”, “İlmü Evvelü Men Nezele bi’l-Kur’ân” ve “İlmü Zâhir ve’l-Bâtın ve’l- Haddi ve’l-Muttali li Külli Âyeti’m-mine’l-Kur’ân” gibi bölümlerde aslında el-İtkân’da olmasına rağmen İbn Akîle bunları dikkate almadan Suyûti’nin bunları zikretmediğini söylemiştir. İbn Akîle “İlmü Târihi’l-Enbiyâi’l-Mezkûrîne fi’l-Kur’ân” gibi el-İtkân’da tek bir başlık altında zikredilen bazı bölümleri de yok kabul ederek iki ayrı başlıkta incelemiştir. Bazı konuların işlendiği bölümler yanlış numaralandırılmıştır. Yaptığımız çalışma gerek el-İtkân ve gerekse de ez-Ziyâde ve’l-İhsân konusunda araştırma yapan araştırmacılara önemli bilgiler ve yöntem sunmaktadır. Bu yöntem Ulûmu’l-Kur’ân sahasındaki kaynak eserlerin gelişme sürecine ışık tutmaktadır. Geçmiş veya yakın dönemde yazılmış Ulûmu’l-Kur’ân ve tefsir usulü alanındaki eserlerinin de aynı yöntem takip edilerek mukayeseli bir şekilde incelenmesi bir yeni ilmi değerlendirmeye fırsat verecektir.
Okul müdürlerinin okulda görev yapmakta olan personele ve ilişkili olunan personele ilişkin ötekileştirme davranışlarının belirlenebilmesi eğitim ve okul yönetimi açısından alana önemli katkı sağlayabilir. Bu gerekçeler doğrultusunda bu çalışmanın amacı, okul müdürlerinin ötekileştirme davranışlarını ölçmeye yarayan geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. 52 maddeden oluşan taslak ölçek Batman ilinde, 2020-2021 eğitim öğretim yılında görev yapan 475 öğretmen ile gerçekleştirilmiştir. Yapı geçerliği için Açımlayıcı Faktör Analizi (AFA) ve yapının doğrulanması için Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) aynı veri ile yapılmıştır. Açımlayıcı faktör analizine göre ölçek, öz değeri birden büyük beş alt boyuttan oluşmaktadır. Toplam varyansın %68,445’ini açıklamaktadır. Doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarına göre Ki-kare değeri kabul edilebilir, AGFI kabul edilebilir düzeydedir. GFI (iyilik uyum indeksi) kabul edilebilir, NFI kabul edilebilir, IFI kabul edilebilir ve RMR mükemmel uyum düzeyindedir. Modelin RMSEA değeri de kabul edilebilir düzeydedir. Bu sonuçlara göre, ölçeğin geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğunu söylenebilir.
It is observed that financing revenue generating awqaf projects to serve socio-economic development purposes requires considerations and provides opportunities that are different from those of typical development finance. Notably, the positive impact of these projects fully depends on their ability to generate revenue utilizable for social purposes, requiring minimization of the debt burden on such projects. Furthermore, the nature of awqaf projects provides an excellent avenue to attract legacy-conscious donors, looking for long-term impact. In light of these observations, the pertinent question that arises is: what is the impact of using Islamic blended financing to support revenue generating awqaf projects? The literature has been silent on this issue. The present study examines the extent to which this type of financing increases the positive impact of developing awqaf projects and how blending the various Islamic commercial contracts (mainly exchange and sharing contracts with contributory contracts) decreases the net financing burden and makes awqaf financing more concessional. The study is based on a qualitative review of two case studies from the Islamic Development Bank’s Awqaf Properties Investment Fund (APIF). This review leads to various policy recommendations that can be adopted by relevant stakeholders to enhance the impact of developing awqaf properties.
23 Kasım 1944’te yayın hayatına başlayan Yaratış, on beş günde bir yayımlanan İstanbul merkezli bir fikir, sanat ve edebiyat dergisidir. Derginin sahibi ve kurucusu Mürsel Kalyoncu, neşriyat müdürü Kenan Kutay, idare ve yazı işleri sorumlusu ise Salâhattin Hakkı Esatoğlu’dur. Yayın takvimindeki birtakım aksamalarla birlikte derginin dokuzuncu ve son sayısı 1 Mart 1946’da yayımlanabilmiştir. Böylelikle Yaratış’ın 1944-1946 arasına yayılan yaklaşık bir buçuk yıllık bir ömrü olmuştur. Dergide şiir başta olmak üzere hikâye, eleştiri, röportaj gibi edebiyatın hemen her türünden esere yer verilmiştir. Yaratış, dokuz sayılık ömrü boyunca 100’ün üstünde farklı imzaya yer vermesi dolayısıyla zengin bir yazar ve şair kadrosuna sahiptir. Makalenin amacı dergi hakkında genel bilgiler vermek, dergideki edebî ve kültürel faaliyetleri ortaya koymaktır. Ayrıca derginin sistematik indeksi hazırlanmış, araştırmacılara derginin muhtevasının eksiksiz bir şekilde sunulması hedeflenmiştir.
Bu araştırmada benlik saygısı ile ilişki bağımlılığı arasındaki ilişkide affetmenin çoklu aracılığı incelenmiştir. Araştırmanın katılımcıları 325’si kadın (% 65), 175’i erkek (%35) olmak üzere 520 kişiden oluşmaktadır. Araştırmada iki boyutlu benlik saygısı , affetme ve ilişki bağımlılığı ölçekleri kullanılmıştır. Bu araştırmada, bireylerin benlik alt ölçek puanları ile ilişki bağımlılığı arasındaki ilişkide affetme alt ölçek puanlarının aracılık rolü incelenmiştir. Araştırma ilişkisel tarama modeli ile gerçekleştirilmiştir. Yapısal eşitlik modeli yardımıyla değişkenler arasındaki nedensel ilişkiler saptanmaya çalışılmıştır Araştırma bulgularına göre kendini sevme ve öz yeterlilik ilişki bağımlılığını negatif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Kendini sevme kendini affetmeyi pozitif yönde, başkalarını ve durumu affetmeyi negatif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Öz yeterlilik ise kendini, başkalarını ve durumu affetmeyi pozitif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Kendini sevme ve öz yeterliliğin ilişki bağımlılığı üzerindeki doğrudan etkileri anlamlıdır. Bununla birlikte kendini affetme, başkasını affetme ve durumu affetme aracı değişkenleri modele dahil edildiğinde bu ilişki anlamsızlaşmaktadır. Bu durum kendini affetme, başkasını affetme ve durumu affetmenin tam aracı rolünde olduğunu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak ilişki bağımlılığının önlenmesinde benlik saygısının yükseltilmesinin ve bireylerde affetme becerilerinin kazandırılmasının oldukça önemli olduğu görülmektedir.
Faizsiz finans kuruluşlarının likidite yönetimlerinde önemli bir rol oynayan sukuk türlerinin ikincil piyasada işlem görebilme kabiliyeti bu kuruluşlar için hayati önem taşımaktadır. Sukuk sertifikalarının ikincil piyasalarda işlem görebilmesi için sukukun borca dayalı değil varlığa dayalı olarak ihraç edilmiş olması gerekir. İslami Finans Kuruluşları için Muhasebe ve Denetim Kurumu (AAOIFI), sukuk hakkında bir standart yayınlamış olup, bu standardın açıkça anlaşılması, sukuk ihraç eden ve likidite yönetiminde kullanan faizsiz finansal kurumlar için oldukça önemlidir. Bunun nedeni, borç satışının fıkhen yasak olması nedeniyle bu finansal kuruluşların bazı sukuk sertifikalarını ikincil piyasada alıp satmamaları ve likidite yönetiminde kullanmamaları gerekliliğidir. Makalenin yazılma amacı; çeşitli ülkelerin devlet kurumlarının ihraç ettikleri sukuk türlerini araştırarak, bu sukuk türlerinin AAOIFI sukuk standardına ve borç satışı (bay’al-dayn) yasağına göre ikincil piyasada alınıp satılmaya uygun olup olmadıklarını tespit etmektir. Makalede bu sukuk türlerinden bazılarının fıkhi açıdan ikincil piyasaya uygun olmadıkları halde likidite yönetimi amacıyla piyasaya sürüldükleri belirlenmiştir.
Açık ekonomilerde dış ticaret ve enflasyon arasındaki ilişki Keynesyen talep fonksiyonunda ihracattaki artışın yurtiçi gelirleri ve dolayısıyla toplam talebi artırıp fiyatların yükselmesine, ithalattaki artışın ise milli gelirin bir kısmının yurt dışına çıkmasına neden olarak toplam talebi azaltacağı ve enflasyonu düşüreceği şeklinde formüle edilmiştir. Türkiye'de dış ticaret ve enflasyon arasındaki ilişkiyi analiz eden geniş bir literatür olmasına rağmen, bildiğimiz kadarıyla bu çalışma iki değişken arasındaki ilişkiyi 1969q1-2022q4 dönemi için ARDL modelini kullanarak sektörel bazda inceleyen ilk çalışmadır. Yapılan analiz sonucunda kısa dönemde toplam ihracatın tüketici fiyatları üzerinde negatif ve anlamlı, toplam ithalatın ise pozitif ve anlamlı etki ettiği tespit edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre sektörel ithalat ve ihracatların enflasyon üzerinde etkileri farklılık arz etmekte, bu etkiler kısa ve uzun dönemde de ayrışmaktadır. Özellikle, tekstil ürünleri ithalat ve ihracatlarının hem kısa hem de uzun dönemde yurtiçi fiyatlara pozitif ve anlamlı etki ettiği görülmüştür. Ayrıca üç sektör ithalatlarının da (elektrik, gaz ve su, ormancılık ve tomrukçuluk ve başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat) kısa ve uzun dönemde yurtiçi fiyatlara pozitif ve anlamlı etki ettiği tespit edilmiştir.
Bu araştırmanın amacı sınıf öğretmenlerinin mobbing algılarının ne düzeyde olduğunu incelemek ve sınıf öğretmenlerinin mobbing algısının cinsiyet, yaş, bulunduğu okulda çalışma süresi, mesleki kıdem, medeni durum ve eğitim durumu değişkenlerine göre farklılaşma durumunu belirlemektir. Araştırmada tarama yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini İstanbul İli Bağcılar İlçesi’nde çalışmakta olan sınıf öğretmenleri oluştururken örneklem grubu ise bu evrenden seçilen kolayda örneklem yöntemi ile belirlenmiş 245 sınıf öğretmeninden meydana gelmektedir. Çalışmada araştırmacı tarafından oluşturulan demografik veri formu ve “Mobbing Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. Veri analizi sonucunda sınıf öğretmenlerinin cinsiyet, okuldaki çalışma süresi ve mesleki kıdem değişkenleri açısından mobbing algılarında anlamlı farklılıklar olduğu görülmüştür. Yapılan analizler neticesinde sınıf öğretmenlerinden kadın olanlar ile meslekte yeni olanların mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca okulda çalışma süresi ve mesleki kıdem ile de mobbing düzeyi arasında farklılıklar olduğu görülmüştür. Özellikle mobbing ölçeği genel puanına bakıldığında daha az tecrübesi olan öğretmenlerin mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu hususta mobbinge maruz kalan öğretmenlerin hakları korunmalı ve desteklenmelidir. Okulda mobbingin önlenmesi için eğitimler düzenlenmelidir. Mobbingin cinsiyet, çalışma süresi ve mesleki kıdem gibi demografik unsurlara göre farklılıklar gösterdiği göz önünde bulundurularak, okullarda bu konuda hassasiyet gösterilmelidir. Öğretmenler, mobbing ile karşılaştıklarında sessiz kalmamalı ve bu durumu ilgili makamlara bildirmelidir.
1940’lı yılların sonunda Varlık dergisinde yayımlanan bir dizi deneme, genç bir köy öğretmeni olan Mahmut Makal’ı Türkiye’nin gündemine taşıdı. Makal, İç Anadolu’nun bir köyündeki gündelik yaşam izlenimleri nedeniyle İstanbul ve Ankara’daki entelektüel çevrelerin hemen ilgisini çekti. Gözlemleri daha sonra Bizim Köy adıyla 1950’de yayımlandı ve çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir devam eden Tek Parti iktidarının sona ermesiyle sonuçlanan ilk şeffaf ulusal seçimlerin arifesine denk geldi. Burada hem sıradan bir İç Anadolu köyündeki yaşam koşullarına hem de erken Cumhuriyet döneminde Kemalizmin temsilcileri tarafından hedeflenen “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” idealine bakarak Türkiye’de demokratik düzene geçiş koşullarının bir değerlendirmesini sunmayı amaçlıyorum. Bu bağlamda, köylüler ve köy yaşamı ile çok-partili sisteme geçiş sürecinde karşılaşılan toplumsal sorunlar üzerine bazı değerlendirmelerde bulunarak Bizim Köy’ün ışığında cumhuriyetçilikle köylülük ve Türkiye’deki edebiyatla siyasetin ilişkisini göstermeye gayret ediyorum.
In Turkey, since 1948, the auxiliary resource books used in teachings of History of Islamic Arts and Architecture studies in higher education are the ones, prepared through summarised translations from certain European authors’ publications. The contents of these books provide very little information and visuals on important buildings of Early Muslim Architecture. In addition, the information given from the works of those authors on these buildings are conveyed as the only and the most accurate available in the market, without mentioning anything about the existence of alternative views of other researchers. Although K.A.C. Creswell presented substantial alternative information in his book titled Early Muslim Architecture which he revised and published as two volumes (three books) in 1969, but the valuable information he presented were not incorporated in the Turkish supplementary books. Insufficient information and visual materials in sources of Early Muslim Architecture sources in Turkiye, are analyzed in comparison to K.A.C. Creswell’s aforamentioned publicatiıns in this research article. Further more, it will be demonstrated that Creswell’s books contain a substantial amount of information and visual materials, sufficient to address many of the deficiencies present in Turkish educational resources.
Kentlerin yüzyıllar boyunca fiziksel, ekonomik, sosyo-ekonomik, demografik, sosyal ve kültürel olarak büyüyüp gelişmeleri doğal bir süreç olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte kentsel büyümenin çeşitli etkenlerden kaynaklanan tersi bir olgunun var olduğunu da görmekteyiz. ‘Kentsel Küçülme’ terimiyle adlandırılan bu olgu aslında yeni olmayıp çok boyutlu bir süreç olması nedeniyle kentlerin tarih boyunca gelişimindeki deneyimler sonucu bu yüzyılda belirginlik kazanmıştır. Şikago Okulundan beri şehirlerin ve şehir merkezlerinin gelişmesi ve küçülmesi ile oluşan kentsel dönüşümün bir yaşam döngüsünden kaynaklandığı doğal bir süreç olarak kabul edilmektedir. Özellikle ABD’ de bunun nedenleri ve oluşumlarını analiz eden çalışmalar bazı kentlerin kaçınılmaz bir küçülme içinde olduğunu göstermektedir. Çok boyutlu bir süreç olan şehirlerin küçülmesinin nedenlerine yönelik farklı görüşler ortaya atılmakla birlikte görüşlerin hem fikir olduğu iki temel faktör, demografik yapıdaki değişim ve endüstriyel dönüşüm olarak belirmektedir. Nüfusun banliyölere yerleşmesi ile kent merkezlerinde yer alan konut yerleşimlerinin boşalması sonucu canlılığını yitirmiş alanlar boşluk olarak ortaya çıkmıştır. Kent merkezlerinde boşluklar olarak beliren büyük alanların benzerleri, teknolojik gelişmeler ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle gelişen endüstriyel dönüşüm sonucunda meydana gelmektedir. Avrupa kentleri dünyanın diğer kıtalarında yer alan kentlere oranla ‘küçülme’ süreçlerini önceden deneyimlemiş ve küçülmeye karşı çözüm önerilerini geliştirme çalışmalarına daha önce başlamıştır. Bu çalışmada küçülen şehirlerde etken olan önemli iki faktörün fiziksel ve mekânsal yansıması olan ‘banliyöleşme’ ve ‘endüstriyel dönüşüm’ Liverpool kenti üzerinden ele alınmıştır. Liverpool’un küçülen şehirler kapsamından çıkmasını sağlayan ekonomik gelişim ve kentsel dönüşüm süreci incelenmiş ve yeniden canlandırılmasında rol oynayan parametreler ayrıntılı biçimde ortaya konulmuş olup bu tür kentler için model olabileceği varsayılmıştır.
In today's world, where there is increasing demand and decreasing resources, environmental management, which is used for the effective use of resources, takes the lead in both quality and sustainability practices of organizations. In the study, the effects of environmental management and internal marketing perception in domestic airline companies in the Turkish civil aviation sector were researched, and the interaction of the sub-dimensions of the related concepts was emphasized. Environmental management scale and internal marketing scales were used in the study. The data obtained from 406 employees working in domestic airline companies in Turkey were analyzed using SPSS 26.0 and AMOS statistical programs. The statistical results show a significant correlation between internal marketing practices and environmental management practices. In addition to the correlation, internal marketing has an effect on environmental management.
This paper focuses on examining the transformation of the Beykoz Leather and Shoe Factory area, investigating the qualities of the buildings in the area, and evaluating them in the context of industrial archaeology. The study aimed to determine whether each of the four conservation methods determined by TICCIH and ERIH organizations and Rolf Höhmann (1992) are preferred for the buildings of the Beykoz Leather and Shoe Factory. Data collection was carried out in 5 years between 2018-2022. Data were collected through on-site observation, analysis of relevant documentation, and interviews with the Kundura Hafıza (Shoe Memory) unit established within the factory during multiple site visits. The original aspect and importance of the study is to conduct and comprehensively evaluate all three of the literature study, fieldwork, and data analysis within the scope of the study.
Background/aim: This study aimed to determine the proliferation and apoptotic effects of extracts from Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits on human breast cancer cells (MCF-7). Materials and methods: The Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits, which constitute the herbal material of the study, were turned into 80% acetone extract after washing. The total phenolic content in Berberis vulgaris fruit extracts was determined calorimetrically using Folin-Ciocalteu reagent. The spectrophotometric method was used to determine the total flavonoid amount of the extracts. In order to measure the antioxidant capacity of Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits and extracts, DPPH Radical Scavenging Power test and Cu (II) ion reducing antioxidant capacity method were applied. Cell viability rates were determined by the XTT method. Flow cytometric measurement was performed to examine the apoptotic role of the extracts in the cell by using the Annexin-V/7-AAD commercial kit. Results: According to the data, Berberis vulgaris fruit extract appeared more effective on MCF-7 breast cancer cells in both 24 and 48 hours of exposure. Analyses made to examine the phenolic component and antioxidant capacity properties of the fruits used in the study and the results we encountered when we exposed the cell were found to be compatible with each other. Annexin-V/7-AAD method showed that the apoptotic effects of the extracts in 48 hour exposures were more effective. Conclusion: It has been determined that Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits, which are rich in phenolic components with high flavonoid content and high antioxidant capacities, support the apoptosis of cancer cells.
In this article, based on its potential contribution to architectural design processes, research has been made on the “text-to-image” systems of artificial intelligence. In the research, the four most common systems Craiyon, Dall-E, Midjourney, and Stable Diffusion were selected, and these systems were tested for coloring a pre-school education space. First of all, the “kindergarten” text was presented to the systems and according to this text, four alternative images were produced from each system. Afterward, the dominant color coding of the images was analyzed in the computer environment. The 3D model of preschool space was colored with the obtained color codes. The 16 images that emerged because of coloring were presented to 62 expert participants, consisting of preschool teaching and architecture/interior architecture department members, accompanied by a survey. In the survey, the experts were asked to evaluate the colored images in “entertainment” and “academic” contexts. As a result of the statistical analysis of the survey data showed that the Craiyon system used colors more successfully than other systems in terms of coloring a preschool education space. This study measured the ability of artificial intelligence systems from text-to-image to interpret the text in terms of the production of color codes suitable for the type of space. However, it has been tried to articulate such systems to architectural design areas and to open the door from a unique perspective.
Giriş: Hipertansiyon, yüksek prevalansı ve artmış kardiyovasküler hastalık riskiyle ilişkisi nedeniyle tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından biridir. Çevresel, fizyolojik ve psikolojik faktörler bu hastalığın tedavisinde etkili olabilmektedir. Amaç: Bu araştırma hipertansiyon hastalarında sağlık kaderciliğinin tedaviye uyumlarına etkisinin incelemesi amacıyla yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı ilişki arayıcı türde olan bu araştırma bir üniversite hastanesinin Dahili polikliniklerine başvuran 201 hipertansiyon hastası ile yapıldı. Veriler, Tanıtıcı Bilgi Formu, Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği ve Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği kullanarak toplandı. Bulgular: Hastaların Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği puan ortalaması 61,11 ± 13,30’dur. Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği puanı 11,19 ± 6,62 olarak saptandı. Hastaların çalışma durumunun pozitif yönde, sağlık kontrolü yaptırma sıklığı ve ek kronik hastalık bulunma durumlarının ise negatif yönde din sağlığı kaderciliğini istatistiksel olarak etkilediği görüldü (p < 0,05). Hastaların çalışma durumlarının negatif yönde, ilaç sayısı ve ek kronik hastalık bulunma durumlarının ise pozitif yönde tedaviye uyumlarını istatistiksel olarak etkilediği belirlendi (p < 0,05). Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği’nin Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği’ni negatif yönde etkilediği bulundu (p < 0,05). Sonuç: Hipertansiyon hastalarının din sağlığı kaderciliği eğilimlerinin yüksek, tedaviye uyumlarının orta düzeyde olduğu saptandı. Din sağlığı kaderciliğinin tedaviye uyumlarını etkilediği bulundu.
Amaç: Dünya Sağlık Örgütü sağlık alanında kritik iş gücü zorluklarıyla karşı karşıya kalan ülkelere, kendi sistemlerini aşamalı olarak optimize etmek, inşa etmek ve güçlendirmek için sağlık iş gücünün planlaması ve finansmanı; eğitimi ve istihdamı ile korunma ve performans şeklinde üç ana tema belirlemiştir. Sağlık İlerleme Modeli olarak sağlık ve bakım iş gücünün geliştirilmesi ve performansının güçlendirilmesini önermektedir. Bu çalışma hastalık yükleri kapsamında sağlık sistem dayanıklılığının sağlık iş gücü kapasitesinin ülkeler düzeyinde incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmada kapasite değerlendirmesi Veri Zarflama Analizi kullanılarak yapılmış; doğumda beklenen yaşam süresi ve hastalık yükleri çıktı değişkeni olarak tanımlanırken; sağlık iş gücü kapsamında yer alan ve düzenli verisi olan 21 ülkeye ait 6 (altı) meslek grubu girdi değişkeni olarak tanımlanmıştır. Bulgular: Araştırma 4 (dört) model üzerinden gerçekleştirilmiştir. Analiz sonucunda sağlık hizmetleri insan gücü kapasitesinde ülkelerin etkinlik skoru 0,866-0,995 arasında tespit edilmiş ayrıca ülkelerin %24-52’si tüm modellerde etkin bulunmamıştır. Özgünlük: Literatürde hastalık yükleri ile değerlendirmeler yok veya az denecek kadardır. Veri Zarflama Yöntemi kullanılarak yapılmış bir araştırmaya da rastlanmamıştır. Bu çalışmanın önemi çıktı değişkeni olarak hastalık yüklerinin girdi değişkenleri olan sağlık iş gücü ile ilişkilendirilmiş olmasıdır. Hastalık yükleri aynı zamanda hizmet sunulması gereken sağlık kapasitesinin de önemli bir göstergesidir.
Osmanlı da Tanzimat dönemiyle birlikte sanayileşmeye önem verilmiş; fabrika yapıları kurulmaya başlanmıştır. Kocaeli bu dönemde İstanbul’a yakınlığı ve limanının olması ile fabrikaların kurulduğu aktif bir ticaret kenti olmuştur. Bu dönemin ilk fabrikalarından olan Çuha Fabrikası 1843’te Kocaeli’nde ordunun tekstil ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş bir endüstri yapısıdır. Sultan Abdülmecid bu döneme kadar yurtdışından karşılanan çuhanın yurt içinde üretilerek hem Avrupa’dan bağımsız olunması hem de yerli halka iş imkânı sağlanması için bir çuha fabrikası kurulmasına, bütçenin ise devletten karşılanmasına karar vermiştir. Zamanla eklenen yapılarla büyüyen fabrikada yurtdışından getirilen makinelerle üretim sağlanmıştır. Kocaeli bu dönemde önemli bir sanayi kenti olduğu için Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler ve Yunanlar tarafından işgal edilmek istenmiştir. 1920’de İngilizler’in fabrikayı bombalamaları ile birlikte yapılar ağır hasar görmüş; üretim durmuştur. Bu dönemden sonra askeriyeye devredilen fabrika, günümüzde de askeri alan içerisinde kalmaktadır ve birçok fabrika yapısı kullanılmaz durumdadır. Bu çalışmada Çuha fabrikasının tarihi ile birlikte fabrika içerisinde “Bacalı Ambar” olarak adlandırılan eski dokuma atölyesinin ve bacasının mimari özellikleri incelenmiştir. Bombardımandan sonra fabrikanın işlevsiz kaldığı ancak bacalı ambarın bu dönemde hasar almadığı arşiv belgelerinde görülmektedir. Ancak 1999 yılına kadar geçen sürede yapıya ilişkin belgelere ulaşılmamış olup atölye yapılarından birinin kayba uğradığı, ayakta kalan bölümlerinde ise değişiklikler yapıldığı tespit edilmiştir. Endüstri mirası olan yapının kayba uğramış öğeleri ve arşiv belgeleriyle özgün durumu değerlendirilmiştir.
Based on the information found in the literature, which suggests that "more compact forms closer to squares are preferred in building designs in cold climate regions," this study investigates to what extent the existing theoretical knowledge of compactness is practically followed in the shaping of winter tourism accommodation structures and how the differences in building form based on regions affect the amount of energy consumption. Cold climate region structures were preferred because compactness is more comparable in terms of form and provides a constraining plane. In this study, 50 accommodation structures in different regions that are most preferred for winter tourism were evaluated based on compactness. The existing and compact projections of the selected structures were measured, and then these plan projections were superimposed to obtain compactness ratios. Additionally, the structures were 3D modeled in both the existing and compact forms, and the energy consumption amounts for both forms were measured using the “Energy Plus” energy simulation engine with the assistance of the "Ladybug" plugin, which operates in the Rhinoceros3D/Grasshopper3D environment. Furthermore, data such as the facade opening ratio, main facade direction, and number of floors were determined and compiled into a table. As a result, it was found that increasing the surface area significantly affects the compactness ratio in accommodation structures with relatively small floor areas. There is a linear relationship between the increase in floor area and the number of floors. It was determined that there is no specialized building form or main facade direction for any region. In regional evaluations, it was observed that the difference in projection is low in regions where the difference in energy consumption between the existing and compact forms is also low.
Turkish has a negative concord item (NCI) katiyen ‘never’ that functions as an adverb and generally requires the presence of sentential negation in the sentence (Kelepir, 2001; Göksel and Kerslake, 2005). Yakut-Kubaş (2022), in a recent work, on the other hand, argues that katiyen can also appear in certain non-negative structures. She proposes that these two uses of the word in negative and non-negative structures can be captured in a unified manner if we assume that katiyen is an element that marks the highest degree of subjective certainty expressed by the speaker. In that sense, this pragmatic function is argued to bring these two uses together. In this work, based on a large-scale corpus work that includes 648 sentences containing the word, I will show that katiyen is essentially ambiguous that has distinct semantic and pragmatic meanings with different syntactic distributions. First, it is primarily an NCI that requires the presence of sentential negation at all times and is interpreted as ‘never’ or ‘in no way’. This use accounts for 619 instances of katiyen in the corpus data and shows that more than 95% of the time it predominantly functions as an NCI. Second, it can appear in two structurally non-negative structures: (i) 14 instances of syntactically and semantically positive structures that comprise less than 1 percent of the data and katiyen having the meaning ‘definitely’ and (ii) 13 instances of syntactically non-negative but semantically negative structures that account for less than 1 percent of the data and katiyen being interpreted as ‘strictly’. Here it is used to modify a prohibitive predicate but does not necessarily mark the subjective certainty. I conclude that different uses of katiyen indicate significant structural, semantic and pragmatic distinctions, which is in contrast with recent claims that its pragmatic use is the same in each case.
Makalenin konusu, akreditifli ödeme şeklinde katılım bankacılığına (İslami bankacılık) özgü sorunlardan biri olan UCP 600 kurallarının katılım bankacılığına uyumu ile ilgilidir. Katılım bankaları uluslararası ticaret işlemlerinde konvansiyonel bankalara benzer şekilde ithalatçılar adına ve ihracatçılar lehine akreditif açmakta veya bir akreditif içerisinde ihbar bankası ya da teyit bankası olarak görev almaktadırlar. Uluslararası Ticaret Odası (International Chamber Of Commerce- ICC) tarafından hazırlanan Akreditiflere İlişkin Bir Örnek Usuller ve Uygulama Kuralları adlı kitapçık UCP 600 adıyla 2007 yılında yayımlanmıştır. UCP 600 konvansiyonel bankacılık ve katılım bankacılığı arasında bir farklılık gözetilmeksizin oluşturulmuş kurallar dizinidir. Bu kurallar, dünya genelindeki tüm bankalar tarafından genel kabul gördüğünden, günümüzde hem konvansiyonel bankalar hem de katılım bankaları tarafından sıkı bir şekilde uygulanmaktadır. Oysaki bu kurallar dizininin bazı maddeleri İslami finans standartlarına uygun kurallar değildir. Araştırmacılar, UCP 600’ün katılım bankaları tarafından fıkhî açıdan uygun bir şekilde uygulanabilmesi için bazı maddelerinin değerlendirilerek İslami bankacılığa özgü farklı bir UCP dokümanı hazırlanmasını önermektedirler. Bazı araştırmacılar da global ölçekte akreditif ile ilgili uygulanan bu kuralların İslami bankalar için uygun olmadıklarını ifade etmişlerdir. Araştırmacılar, bu konuya özel İslami bir kuruluşun kurulmasını ve bu kuruluşun İslami bankalar için ayrı bir standart yayınlamasını, İslami bankacılık ağının genişletilmesini, İslami akreditiflerin pratikte farklı uygulanmasını ve bunun için de UCP 600 uygulanırken eş zamanlı olarak fıkhî kuralların da gözetilmesini, ICC’nin hem konvansiyonel hem de İslami bankalar için ortak olarak kullanılabilecek bir standart yayınlamasını önermişlerdir. Makalenin yazılma amacı, bir fıkhî uyumlu UCP 600 kurallar dizinine katılım bankalarının ihtiyaçları olup olmadığını analiz etmek ve katılım bankalarının akreditif uygulamalarında fıkhî açıdan dikkat etmeleri gereken hususları bularak detaylandırmaktır. Bunun için makalede literatür taraması, karşılaştırma, değerlendirme ve analize dayalı nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Öncelikle literatür taraması gerçekleştirilerek konu hakkında yapılan araştırmaların bulguları özetlenmiştir. Sonrasında UCP 600 kurallar dizininin İslami Finans Kurumları için Muhasebe ve Denetim Organizasyonu (Accounting and Auditing Organization for Islamic Financial Institutions- AAOIFI) tarafından 2003 yılında yayımlanan AAOIFI Akreditif Standardı’na uyumunu saptayabilmek amacı ile her iki dokümanın bazı maddeleri karşılaştırılmalı olarak değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Akabinde değerlendirme sonuçları analiz edilerek bulgulara ulaşılmıştır. Makalede elde edilen bulgular katılım bankacılığına akreditifli ödeme şekilleri ile uygulama yaparlarken UCP 600’ün hangi maddelerini uygulama dışı bırakmaları gerektiği hususunda yol göstermek olup, çalışma bu açıdan önem arz etmektedir. Makalede yapılan analiz çalışmasına benzer bir çalışmaya literatür taramasında rastlanmamıştır. Analiz aşamasında AAOIFI Akreditif Standardının kullanılma nedeni, AAOIFI standartlarının dünya genelinde İslami bankalar tarafından genel kabul görmüş olması ve AAOIFI tarafından hazırlanan standardın akreditifler ile ilgili olarak İslami bankacılık alanında yayınlanan en kapsamlı standart olmasıdır. Makalede UCP 600 ve AAOIFI Akreditif Standardının birbirleri ile çelişkili olduğu düşünülen maddeleri karşılıklı olarak analiz edilmiştir. Analiz sonucunda UCP 600’ün maddeleri içerisindeki; “taraflar arasındaki sözleşmelerin akreditifle ilişkisi”, “mal ve hizmetlerin akreditifle ilişkisi”, “faiz ödemeleri” ile “poliçe ve vesaik iştirası” standartlarının katılım bankaları için uyumsuz oldukları saptanmıştır. Bu uyumsuzlukları giderecek fıkhî açıdan uyumlu bir UCP kurallar dizini hazırlanmasının ise sorunları tam olarak çözemeyeceği sonucuna varılmıştır. Ulaşılan bulgular özetle şu şekilde sıralanabilir: Katılım bankaları mevcut UCP 600 kurallarına tabii bir şekilde akreditif açmaya devam etmelidirler. Fıkhî açıdan uyumlu olmayan sözleşmelere istinaden akreditif açmamalı veya bu şekilde açılan akreditiflere taraf olunmamalıdır. Açtıkları murabaha akreditiflerinde malın mevcudiyetinden emin olacakları tüm tedbirleri almalıdırlar. UCP 600 içerisinde yer alan ve fıkhen uyumsuz olan maddeleri akreditif metninden çıkartılarak karşı taraflara kabul ettirdikten sonra operasyonel aşamaya geçmeleri gerekmektedir.
Katılım-esaslı yatırım fonları; kira sertifikaları (sukuk), gayrimenkul sertifikaları, katılım hesapları, pay senetleri, altın, kıymetli madenler vb. gibi fıkhî çerçevede belirlenen katılım finans esaslarına uyumlu para ve sermaye piyasası araçları üzerinden portföy varlığı oluşturulan fonlardır. Fon varlıklarına ilişkin en önemli hususlardan birisi, katılım-esaslı yatırım fonlarının portföylerine dâhil edecekleri pay senetlerinin fıkhî kaidelere uyumlu olmasıdır. Bu bağlamda, pay senedi portföye dâhil edilecek şirketin esas faaliyet alanının, fıkhî açıdan uygun olması gerekmektedir. Belirlenen standartlar çerçevesinde, esas faaliyet alanı meşru olan ancak mevzuat açısından ve/veya faaliyetlerini devam ettirme zorunluluğundan kaynaklanan istisnai durumlar nedeniyle belirli bir eşiğe kadar faaliyet dışı mahzurlu geliri olan şirketlerin de pay senedinin alınıp-satılmasına fukaha tarafından uygunluk verilmiştir. Küresel boyutta ilk olarak 1987 yılında bir grup fıkıh âlimi tarafından tartışılan bu görüş, 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli standartlar geliştirilerek daha sistematik hale getirilmiş, akabinde küresel düzeyde İslami pay piyasası endeksleri oluşturulmaya başlanmıştır. 2008 yılında da Bizim Menkul Değerler tarafından Türkiye’de katılım endeksi kurulmuştur. TKBB Danışma Kurulu tarafından 2020 yılında katılım endeksine dâhil edilebilecek şirketler için standartlar yayımlanmış, müteakiben 2021 yılında alınan karar ile birlikte, katılım endekslerinin hesaplanması ve yönetimi Borsa İstanbul’a devredilmiştir. Nitekim Türkiye’de fıkhî uyumlu pay senetlerinin listelendiği katılım endeksine ilişkin standartları belirleyen TKBB Danışma Kurulu tarafından da pay senedi yatırımlarından elde edilen mahzurlu kazançların arındırılmasının gerektiğine ilişkin görüş beyan edilmiştir. Bu bağlamda, katılım finans esasları çerçevesinde pay senedi alım-satımı yapan yatırımcılar da TKBB Danışma Kurulu tarafından yayımlanan standartlar doğrultusunda, Kamuyu Aydınlatma Platformu aracılığıyla kamuya açıklanan oranlar üzerinden mahzurlu kazançlarını arındırabilmektedir. Her ne kadar pay senetlerinin arındırılmasına yönelik bir standart oluşturulmuş olsa da katılım-esaslı yatırım fonları, alım-satımını yaptıkları pay senetlerinden doğan mahzurlu gelirleri, yatırımcılar adına arındırmamakta veya yatırımcılara arındırılması gereken oran/mahzurlu gelir tutarı hakkında bilgi sunmamaktadır. Bu çalışmada, katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirlerin, müşteri tercihine binaen arındırılarak sosyal yardım faaliyetlerine aktarılmasına ilişkin bir öneri geliştirilmiştir. Bu bakımdan, çalışmada ilk olarak katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirlerin arındırılmasının gerekliliğine ilişkin görüşler ele alınmıştır. Akabinde, Türkiye’de katılım-esaslı yatırım fonları piyasası incelenerek katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirlerin potansiyel tutarı saptanmaya çalışılmış ve öneri sunumu gerçekleştirilmiştir. İncelemeler sonucunda; katılım-esaslı yatırım fonlarının varlıklarının, Türkiye’deki katılım finans varlıkları arasında en hızlı büyüyen sermaye piyasası ürünlerinden biri haline geldiği görülmüştür. Nitekim katılım-esaslı yatırım fonlarının varlıkları, Haziran 2023 itibarıyla, bir önceki yılın aynı ayına göre %193, 2023 yılı başına göre ise %75 büyüyerek 299,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. Fon varlıkları içerisinde %8 paya sahip olan hisse senetlerinin büyüklüğü ise 23 milyar TL’ye ulaşmıştır. Buna göre, 2023 yılbaşı itibarıyla, katılım-esaslı yatırım fonlarının portföylerinde yer alan hisse senetlerinden arındırılması gereken mahzurlu gelirlerin tutarı 371,6 milyon TL olarak hesaplanmıştır. Bu tutar dikkate alındığında, katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirler, münferit hareketlerden ziyade belirli bir havuzda toplandığı takdirde deprem fonu, yardım fonu veya Afet İmar Fonu gibi çeşitli yardım fonlarına aktarılmasının daha verimli olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca arındırılması gereken miktarın belirli bir havuzda toplanmasının, sosyal yardım harcamalarına ilişkin kamu bütçesini olumlu yönde etkileyeceği değerlendirilmektedir. İslami fonların arındırılmasına ilişkin dünyadaki uygulamalara bakıldığında; bazı ülkelerde fon yöneticileri tarafından sadece arındırılması gereken miktar yatırımcıya bildirilip arındırma işlemi yatırımcı inisiyatifine bırakılırken, bazı ülkelerde ise mahzurlu kısım fon yöneticileri tarafından arındırılarak fon gelirleri yatırımcıya aktarılmaktadır. Çalışmada, fon yöneticileri tarafından gerçekleştirilecek mahzurlu gelirlerin arındırılması işlemi yatırımcı tercihine bırakılarak arındırma işlemlerinin fon yöneticileri tarafından yapılması önerilmiştir. Bu bakımdan, Türkiye’de oluşturulması düşünülen sistem, küresel örneklerden farklılaşmaktadır.
Bu çalışmanın amacı öğretmenlerin iletişim becerileri ile örgütsel iklim arasında ilişki olup olmadığının ortaya çıkarılmasıdır. Araştırmada nicel araştırma yöntemi ve ilişkisel tarama deseni kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubu 2021-2022 Eğitim Öğretim yılında İstanbul ili Kartal ilçesinde görev yapmakta olan 351 öğretmenden oluşmaktadır. Elde edilen veriler betimsel istatistik (ortalama, standart sapma), korelasyon ve regresyon analizleri kullanılarak çözümlenmiştir. Bulgular incelediğinde, öğretmenler yöneticilerinin en çok destekleyici müdür davranışı sergilediklerini ifade etmektedirler. Öğretmenler egoyu geliştirici dil kullandıklarında ve empati yaptıklarında yöneticilerin destekleyici davranışları artmakta bunun yanı sıra yöneticilerin kısıtlayıcı ve emredici davranışları azalmaktadır. Yine öğretmenler meslektaşlarının en çok işbirlikçi öğretmen davranışı gösterdiklerini düşünmektedir. Ayrıca öğretmenler meslektaşları ile iletişim esnasında onların eksik yönlerini dile getirirken yeterliliklerini öne çıkarır ve etkin bir şekilde onları dinlediklerini hissettirirlerse işbirlikçi öğretmen davranışları artmaktadır. Öğretmenler egoyu geliştirici dil kullandıklarında meslektaşlarının verimini arttırdıkları sonucuna ulaşılmıştır. Elde edilen bulgulardan hareketle araştırmanın son bölümünde okul yöneticilerine ve öğretmenlere okul içinde olumlu bir örgütsel iklim oluşması için hangi iletişim becerilerini kullanmaları konusunda önerilerde bulunulmuştur.
Küresel nitelik sergileyen Covid-19 Salgını, toplumları pek çok açıdan etkileyerek değişim ve dönüşüm sürecine girmelerine neden olmuştur. Kuşkusuz bu süreçten en fazla etkilenen toplumsal sınıf özel gereksinimli çocuk ve aileleri olmaktadır. Araştırmada özel çocuk ve ailelerinin pandemi sürecinde eğitim, sağlık ve sosyal açılardan ne gibi zorluklar yaşadığına, bu zorlukları çeşitli kurumlar tarafından sağlanan imkanlarla nasıl giderdiklerine ya da gideremediklerine dair bulgular sağlanarak, çeşitli öneriler sunmak amaçlanmaktadır. Araştırmanın çalışma alanı Küçükçekmece Belediyesi Engelliler Rehabilitasyon Merkezi’dir. Araştırmada amaca yönelik örneklem yöntemi kullanılarak, örnek 15 özel gereksinimli çocuk sahibi aile bireyi ile yapılandırılmamış açık uçlu soru formu üzerinden derinlemesine mülakat yapılmıştır. Elde edilen bulgular sonucunda ana tema ve alt temalar oluşturularak yorumlayıcı yöntemle analiz edilmiştir. Araştırmada elde edilen bulgulara göre; salgın sürecinde özel çocuk ve ailelerinin en fazla eğitim alanında zorluk yaşadığı görülmektedir. Bunun sebebinin de özel çocukların online eğitime ayak uyduramamaları olarak vurgulanmıştır. Sağlık açısından katılımcıların bir kısmı sorun yaşamadıklarını belirtirken bazı katılımcılar ise özellikle tam kapanma sürecinde özel çocuklarının hareketsiz kalmalarından dolayı fiziksel gelişimlerinin olumsuz etkilendiğini belirtmişlerdir. Bu süreçte özel çocukların toplumlarda bilinenin aksine sosyalleşme açısından olumlu bir durum sergilediği de bulgulanmıştır. Bunun en önemli sebebinin de aile içi iletişim ve etkileşimin artış göstermesinden kaynaklı olduğu belirtilmiştir.
Amaç; Bu araştırmada, Tip 2 diyabetes mellituslu hastalara verilen video destekli eğitimin subkutan enjeksiyon uygulama becerileri, kan glikozu ve Hemoglobin A1c düzeylerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem; Araştırma randomize kontrollü deneysel bir çalışmadır. Araştırmaya Eylül 2018Haziran 2019 tarihleri arasında İstanbul’da bir Devlet Hastanesine başvuran ve insülin tedavisine başlanan Tip 2 Diyabetli hastalar alınmıştır. Araştırma örneklemi; anlamlılık düzeyi =0.05, %95 güven aralığında ve %80 güç sağlamak üzere, kontrol grubuna 50, uygulama grubuna 50 hasta olmak üzere toplam 100 hasta alınmıştır. Girişim olarak araştırmacılar tarafından hazırlanan güncel “Subkutan Enjeksiyon Uygulama Videosu” her uygulama öncesi izlemeleri yönergesi ile uygulama grubundaki hastaların mobil telefonlarına gönderilmiştir. Kontrol ve uygulama grubu hastaların eğitim öncesi ve 3 ay sonra kontrollerinde kan glikozu ve hemoglobin A1c düzeyleri laboratuvar verilerinden alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı istatistikler, ki kare, bağımlı ve bağımsız gruplarda t testi, Mann-Whitney U testi, etki büyüklüğü hesaplamada Cohen’s d istatistiği kullanılmıştır. Bulgular; Her iki grubun hem kendi içlerinde hem de birbiri ile karşılaştırılmasında; eğitimden hemen sonraki (p=0.024) ve eğitimden 3 ay sonraki (p=0.000) subkutan insülin uygulama beceri gözlem formu puan ortalamalarında anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Ancak gruplar arasında eğitimden 3 ay sonraki kan glikoz düzeyleri (p=0.917) ve HbA1c düzeyleri (p=0.797) arasında fark yoktur (p>0.05). Sonuç; Tip 2 Diyabetli hastaların eğitiminde; standart diyabet eğitimi içine subkutan insülin uygulama becerilerini geliştirecek gereksinimi olduğunda sürekli ulaşabileceği video destekli görsel eğitim materyalleri kullanılmalıdır.
Melatonin is known as an important regulator of circadian rhythm in humans. In the literature, there are no studies evaluating the efficacy of melatonin in the management of allergic rhinitis (AR) or nasal polyps (Np). Np tissue was taken from nasal cavity and mucosal tissue (Mu) was taken from the nasal septal area. Melatonin (25-200nM) and Mite Allergen (2.5-12.5%) were prepared in complete media. Cell viability, apoptosis, intracellular reactive oxygen species production and gene expression levels were determined. Our results showed that there is no toxic effect of Melatonin, Mite and their combination which was given to Np-MSCs and Mu-MSCs. Melatonin significantly reduced reactive oxygen species levels in both mite-treated Np-MSCs and Mu-MSCs. Indoleamine 2,3-dioxygenase level was significantly decreased in melatonin-treated cells. Cyclooxygenase-1 level was significantly decreased in melatonin-treated healthy and allergic Np-MSCs while there was no significant difference in 100 and 150nM Melatonin-treated Mu-MSCs. Interestingly, 50nM Melatonin significantly increased Cyclooxygenase-1 level in Mu-MSCs. 50, 100 and 150nm Melatonin significantly decreased Interleukin-6 level in Mite-treated Np-MSCs. In addition, 100 and 150nM Melatonin significantly decreased Interleukin-6 level in Mite-treated Mu-MSCs. Melatonin has well-established anti-oxidant and anti-neoplastic activity, could be a promising therapeutic agent in the treatment of AR and nasal polyposis.
Medeniyet ve kültür tarihimizde bazı şehirlerin özel yeri ve önemi vardır. Asırlarca millet hafızasından silinmeyen, kadim hatıraları zihinlerde daima canlı kalan şehirlerden birisi de Bursa’dır. Kültür tarihimizde İstanbul başta olmak üzere Edirne, Konya, Bağdat, Şam, Kahire, Üsküp gibi siyasi ve kültürel merkezler yanında Bursa’nın da özel bir yeri vardır. Kuruluşu çok eski tarihlere dayanan, üzerinde hayat bulan farklı kültür, inanç ve medeniyetlere ev sahipliği yapan Bursa, Türk-İslam medeniyetinin bu topraklarda ortaya koyduğu en seçkin şehirlerdendir. Köklü geçmişiyle birçok medeniyeti bağrına basan Bursa, Osmanlı Devleti’nin ilk başkentidir. Bursa Bitinya, Roma, Selçuklu ve Bizans medeniyetlerinin eserleri yanında Osman Gazi türbesi ve sonraki beş padişahın külliyeleri ile Osmanlı mimarisinin ilk örneklerini taşıyan tarih ve kültür şehri; yüzlerce tarihî cami, mescit ve türbesiyle ruhaniyetli bir şehirdir. Çalışmanın girişinde ilkler şehri Bursa hakkında verilen kısa bilginin ardından şehrin tarihî seyri ve kültür tarihimizdeki yeri üzerinde durulmuştur. Ardından tarih boyunca Bursa’da yaşamış şairler hakkında bilgi verilip divan şairleri tarafından Bursa redifiyle yazılan 8’i gazel 9 şiir incelenmeye çalışılmıştır. Şiirler şairlerin ölüm tarihine göre sıralanmış olup önce şair hakkında kısa bilginin ardından manzume şekil ve muhteva açısından değerlendirilmiş; arada da şiirin metni sunulmuştur. Böylece divan şairleri gözünden Bursa’nın hangi yönleriyle ele alındığı tespit edilmeye çalışılmıştır.
Bilimsel araştırma yapabilme becerisine sahip bireyler yetiştirebilmek eğitim sisteminin amaçları arasında yer almalıdır. Bunun için öncelikle öğreticiler bu beceriye sahip olmalıdır. Araştırmanın temel amacı öğretmenlerin bilimsel araştırma yapabilme beceri düzeylerinin belirlenmesinde kullanılabilecek bir ölçek geliştirmek ve öğretmenlerin bilimsel araştırma yapabilme becerilerine yönelik algılarını derinlemesine incelemektir. Çalışma, Bilimsel Araştırma Yapabilme Becerisi Ölçeği (BAYBÖ)’nin geliştirilmesi, öğretmenlerin bilimsel araştırma yapabilme becerilerinin çeşitli değişkenlere göre incelenmesi ve nitel araştırma aşamalarını kapsamaktadır. Araştırmada karma yöntem araştırma desenlerinden olan keşfedici sıralı deseni kullanılmıştır. Ölçek geliştirme çalışması için toplanan ilk veriler keşfedici; ikinci veriler ise doğrulayıcı faktör analizi için kullanılmıştır. Nicel veri analizlerinde SPSS 22 ve AMOS 20 Paket programlarından yararlanılmıştır. Araştırmanın nitel kısmında öğretmenlerin bilimsel araştırma yapabilme becerilerine yönelik algıları olgubilim deseni ile incelenmiştir. Nitel verilerin analizinde, betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır. Araştırma bulgularının geçerlik ve güvenirliği pilot uygulama, veri çeşitlemesi ve katılımcı teyitleri yöntemleriyle sağlanmıştır. Yapılan çalışmadan elde edilen sonuçlara göre geliştirilen BAYBÖ yeterli düzeyde geçerlik ve güvenirlik değerlerine sahiptir. Öğretmenlerin bilimsel araştırma yapabilme becerileri cinsiyete ve eğitim düzeyine göre anlamlı bir farklılık göstermektedir. Okul türlerinin bilimsel araştırma yapma nedenlerinde farklılık görülmüştür. Katılımcılar, öğretmenleri bilimsel araştırma çalışmaları için istekli ve yeterli bulmadıklarını; kaynak bulma, öğretmenlerin ilgisizliği ve problemi tanımlama kısımlarında zorlandıklarını ve lisansüstü öğretim görmenin bilimsel araştırma yapabilme becerilerini olumlu etkilediğini ifade etmişlerdir.
Bu araştırmanın amacı öğretmenlerin beş faktör kişilik özellikleri ile okul müdürlerinin liderlik stilleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Araştırmanın yöntemi nicel araştırma, deseni ilişkisel tarama, örnekleme yöntemi kolay (uygun) örneklemedir. Araştırmanın örneklemi İstanbul ilinde 2021-2022 eğitim-öğretim yılında Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmî ve özel okullarda çalışan 486 öğretmenden oluşmaktadır. Veri toplama aracında, demografik bilgiler, kişilik özellikleri için “Beş Faktör Kişilik Ölçeği” ve dönüşümcü-etkileşimci liderlik özellikleri için “Çok Faktörlü Liderlik Ölçeği” (MLQ) yer almaktadır. Araştırma sonuçlarına göre öğretmenlerin dışa dönüklük, geçimlilik ve açıklık kişilik özellikleri ile okul müdürlerinin dönüşümcü liderlik özellikleri ve dönüşümcü liderliğin alt boyutları olan telkin-karizma ve ilgi-teşvik arasında pozitif yönde anlamlı ilişki vardır. Öğretmenlerin duygusal denge kişilik özelliği ile okul müdürlerinin dönüşümcü liderlik, dönüşümcü liderliğin alt boyutları telkin-karizma, ilgi-teşvik ve etkileşimci liderliğin alt boyutu ödül-aktif yönetim arasında negatif yönde düşük düzeyde anlamlı bir ilişki vardır. Ayrıca Öğretmenlerin duygusal denge kişilik özelliği ile etkileşimci liderliğin diğer bir alt boyutu olan pasif yönetim arasında pozitif yönde düşük düzeyde anlamlı bir ilişki vardır. Öğretmenlerin geçimlilik ve açıklık kişilik özellikleri ile okul müdürlerinin etkileşimci liderlik alt boyutu olan ödül-aktif yönetim arasında pozitif yönde düşük düzeyde anlamlı bir ilişki vardır. Araştırmanın regresyon analizi sonuçlarına göre, öğretmenlerin beş faktör kişilik özellikleri, okul müdürlerinin dönüşümcü (alt boyutları %1-4 aralığında) ve etkileşimci liderlik özelliklerini (alt boyutları %1-5 aralığında) düşük düzeyde yordamaktadır.
Eğilme-etkin tasarım, başlangıçta düzlemsel olan kirişler veya kabuk parçalarının elastik yerdeğiştirme sınırları içerisinde eğilip mesnetlenmesi esaslı bir yaklaşımdır; hafif, esnek ve organik olma özellikleri ile öne çıkan ahşap ızgara kabuklar bu yaklaşım ile üretilir. Taşıyıcı elemanın eğilebilmesine yönelik ölçütler ve deneysel çalışmaların oldukça sınırlı olması nedeniyle eğilme işleminde malzeme kayıpları da sözkonusudur. Bu çalışmada, ahşap ızgara kabukların Türkiye’de uygulanabilirliğine odaklanılmıştır. Öncelikle bu konuda dünyadaki uygulamaların boyut ve detay bilgileri belirlenmiş, takiben yerli ağaç odunu karakteristikleri incelenmiştir. Bu kapsamda, Türkiye’de yetişen bazı ağaç odunlarının fiziksel ve mekanik karakteristikleri tablolaştırılmış, hangi ağaç odunlarının bu işleme uygun olduğu detaylı veri analizi ile araştırılmıştır. Yerli literatürde bulunmayan eğrilik yarıçapları hesaplanarak; yoğunluk, eğilme dayanımı, elastisite modülü, maliyet, üretim miktarı parametreleri ile ilişkisi belirlenmiştir. Bu araştırma; ızgara kabuk yapıların Türkiye’de uygulanabilirliğinin araştırılması, ağaç türlerinin sınıflandırılarak uygun olanların analitik yöntemler ile belirlenmesi ve değerlendirilmesi bakımından literatürdeki ilk çalışmadır. Değerlendirmelerden, ülkemizde yaygın olan ve Avrupa’daki örneklerine göre de eğilme dayanımı daha nitelikli olan kayın, karaçam ve meşenin; ızgara kabuk üretimi için tedarik, dayanım ve eğilebilirlik yönünden en uygun ağaçlar olduğu sonucuna varılmıştır. Analiz sonuçlarının bu yapıların inşası konusunda ahşap endüstrisini teşvik edeceği öngörülmektedir.
This study aims to determine the effect of health R&D (Research and Development) expenditures on economic growth at the level of 10 countries (Czech Republic, Hungary, Korea, Poland, Portugal, Slovakia, Turkey, Romania, Russia, and South Africa) by using data between 2004-2019. Gross Domestic Product (GDP) as representative of economic growth; as the representative of R&D Expenditures in health, Health R&D Expenditures were considered. In the analysis of the relationships between variables Least Square Test, Granger Causality Test, Cointegration Tests, FMOLS and DOLS tests were applied within the framework of Panel Data Analysis. The existence of a bidirectional Granger-type causality relationship between Health R&D Expenditures and GDP and the long-term cointegration relationship between them was determined. FMOLS and DOLS analysis results revealed the positive effect of Health R&D expenditures on economic growth. The results showed that health R&D activities play an important role in general R&D activities in the countries covered by the study and that health R&D expenditures/investments positively affect economic growth.
Araştırmanın amacı, ilkokul düzeyinde 3. ve 4. sınıfa devam eden öğrencilerin ders çalışma alışkanlıklarını incelemektir. Çalışmada asıl amacın, öğrencilerin ders çalışma alışkanlıklarını olağan haliyle belirlemek olduğu için betimsel tarama modeli tercih edilmiştir. Çalışma evreni, İstanbul’un Avrupa kısmında eğitim öğretim faaliyeti sürdüren devlet okullarındaki 3. ve 4. sınıf seviyelerindeki öğrenciler; örneklemi ise Başakşehir, Bağcılar ve Bahçelievler ilçelerinde bulunan devlet okullarındaki 3. ve 4. sınıfta öğrenim gören 300 öğrenciden oluşmaktadır. Araştırmada “Ders Çalışma Alışkanlıkları Ölçeği” kullanılmıştır. Ölçekten elde edilen bulgulara göre araştırmada şu sonuçlara ulaşılmıştır: İlkokula devam eden 3. ve 4. sınıfların sahip oldukları ders çalışma alışkanlıkları genel anlamda, sınava hazırlanma ve çalışma ortamı, içsel motivasyon alt boyutlarına göre yüksek düzeyde, kaçınma davranışı alt boyutuna göre ise orta seviyededir. İlkokul öğrencilerinin ders çalışma alışkanlıklarında cinsiyet, anne-baba eğitim durumları, kardeş sayıları, anne-baba meslek dağılımları, günde ortalama ders çalışma süreleri dağılımı ve sınıf mevcudu dağılımlarına göre anlamlı bir fark olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Sınıf mevcudu kalabalık olan ilkokul öğrencilerinin ders çalışma alışkanlıkları kaçınma davranışı puanları sınıf mevcudu az olanlara göre daha yüksek çıkmıştır. Erkek öğrencilerin ders çalışma alışkanlıkları kaçınma davranışı alt boyutunda daha yüksektir. Kız öğrencilerin ders çalışma alışkanlıkları sınava hazırlanma ve çalışma ortamı alt boyutunda erkeklere göre daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır. İlkokul öğrencilerinin öğrencilerin ders çalışma alışkanlıklarının, anne-baba eğitim durumlarına göre sınava hazırlanma ve çalışma ortamı alt boyutunda, anne-babanın eğitim seviyesinin arttıkça öğrencilerin lehine olarak arttığı sonucuna ulaşılmıştır. Ders çalışma alışkanlıklarının kendisine ait oda olma değişkenine göre, sınava hazırlanma-çalışma ortamı, içsel motivasyon ve aktif öğrenme alt boyutlarında ve genel toplamda kendisine ait odası olan ilkokul öğrencilerinin ders çalışma alışkanlıklarının daha yüksek olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.
Individuals with different sexual orientations may face various problems in society because of their sexual orientation or gender at birth. This includes individuals who classify themselves as "LGBTI+Q", i.e. "lesbian, gay, bisexual, transgender, intersexual and queer". The aim of this study is to examine the impact of individuals' sexual orientation on their professional lives. In this study, which is based on the phenomenological design of qualitative research, a total of 15 participants (8 gay, 4 transsexual, 2 bisexual, 1 lesbian) were selected by snowball sampling method. In the survey, 6 personal information forms prepared by the researcher and 4 semi-structured interview questions were used. Semi-structured interview questions were interviewed with each participant for 30 minutes via video conferencing method over online (Zoom programme). The data were analysed by content and analysis methods. In order to ensure the reliability of the study, themes were identified in the process of analysing the data subjected to content analysis, and each theme was first divided into codes and then into categories and analysed within itself. The responses of 15 LGBTI+Q individuals participating in the survey regarding the effects of their sexual orientation on their professional lives were grouped under 4 themes, 21 codes and 8 categories. Each of the four themes was further divided into two different categories. According to the survey results, it was determined that sexual orientation affects career choice positively and negatively, sexual orientation can be revealed/hidden in business life, sexual orientation affects professional performance, and various problems may arise in terms of overlapping sexual orientation and career goals.
هدفت الدراسة إلى تسليط الضوء على المحفزات لإثارة دافعية التعلّم عن بعد لتلاميذ المرحلة الابتدائية و خاصة في هذه الفترة الزمنية و مع جائحة كورونا التي عصفت بالبشرية و ما زالت تداعياتها و آثارها موجودة مع عدم التنبؤ الأكيد بنهايتها ، فتمّ تسليط الضوء على أهمية المرحلة الإبتدائية في التعليم و خصوصيتها النمائية للتلميذ و مفهوم إثارة الدافعية للتعلّم عن بعد و العوامل المؤثرة فيها ومعوقاتها ، وأنواع التعليم عن بعد وأشكاله وخصائصه، ثم الأساليب المحفزة لإثارة دافعية التعلم عن بعد للتلاميذ مع التوصيات وأهمها : مراعاة حاجات التلاميذ في هذه المرحلة، واعتماد برامج ومحتوى تعليمي يُراعي ميولهم واتجاهاتهم، ويثير دافعيتهم للتعلّم، ثم مقترحات لدراسات مستقبلية ذات صلة بالموضوع.
Bu çalışmanın genel amacı ilkokul öğrencilerinin sözcük öğrenme motivasyonlarını çeşitli değişkenler açısından incelemektir. Araştırmada ilkokul öğrencilerinin “sınıf düzeyi, Türkçe dersi başarı notu, okul öncesi eğitim alma, cinsiyet, okul türü, anne ve baba eğitim durumu, anne ve baba mesleği, her gün kitap okuma, kendine ait kitaplık olma, kitap okumaktan zevk alma” değişkenlerine göre farklılaşma durumu tespit edilmiştir. Çalışmanın modeli nicel araştırma yöntemlerinden olan betimsel tarama modeline göre gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın çalışma grubunu Avcılar, Bağcılar, Beylikdüzü ve Esenyurt ilçesinde bulunan devlet ve özel okullarda öğrenim gören 2. sınıf, 3. sınıf ve 4. sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Örneklem, evrenden kolay ulaşılabilir örnekleme yöntemi ile seçilen 518 kız, 521 erkek olmak üzere toplam 1039 ilkokul öğrencisinden oluşmaktadır. Çalışmada veriler 24 maddelik “Sözcük Öğrenme Motivasyonu Ölçeği (SÖMÖ)” kullanılarak elde edilmiştir. Verilerin analizinde t-testi, tek yönlü varyans analizi (One-Way ANOVA) ve Scheffe testi yapılmıştır. Araştırma sonucunda ilkokul öğrencilerinin genel toplam puanlarına göre sözcük öğrenme motivasyonlarının yüksek düzeyde olduğu görülmüştür. İlkokul öğrencilerinin sözcük öğrenme motivasyonları Türkçe dersi başarı notu, sınıf düzeyi, cinsiyet, anne ve baba eğitim durumu, baba mesleği, her gün kitap okuma ve kitap okumaktan zevk alma durumu değişkenlerine göre anlamlı bir farklılık göstermektedir. İlkokul öğrencilerinin sözcük öğrenme motivasyonları okul türü, okul öncesi eğitim alma durumu, anne mesleği ve kendine ait kitaplık olması durumu değişkenlerine göre anlamlı bir farklılık göstermemektedir.
Organizasyonların başarısında kritik rol oynayan tedarik zinciri yönetimi; stok maliyetleri ile planlama ve operasyonel maliyetleri azaltma, müşteri memnuniyetini artırma, karar alma süreçlerini kısaltması ve tüm bunların doğal sonucu olarak da rekabet gücünü artırması bakımından oldukça önemlidir. Bu çalışma, tedarik zinciri yönetiminde iç kontrolün rolünü ve etkin bir iç kontrol sisteminin varlığının, tedarik zinciri yönetiminde verimliliği artırma ve riskin etkin yönetimi üzerindeki etkisini incelemektedir. Bunun yanı sıra çalışma, tedarik zinciri bağlamında iç kontrolün bileşenlerini inceleyerek, organizasyonların verimliliği artırmak ve riskleri azaltmak için kullanabilecekleri temel stratejileri ve mekanizmaları vurgulamaktadır. Çalışma ayrıca, detaylı bir iç kontrol çerçevesinin önemini vurgulamakta ve tedarik zinciri yönetiminde etkili kontrol önlemlerinin uygulanmasına ilişkin içgörüler sağlamaktadır. Tedarik zinciri yönetiminde detaylı bir iç kontrol çerçevesinin önemine değinen çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmanın tedarik zinciri yönetiminde iç kontrollerin etkin uygulanmasına ilişkin öneriler getirmesi yönüyle literatüre önemli katkılar sunacağı düşünülmektedir.
KOBİ'lerin Türkiye ekonomisindeki önemi ve katkısı düşünüldüğünde KOBİ finansmanının incelenmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda, bu makale, bir katılım bankasının işletme sermayesi (murabaha) ve yatırım (murabaha ve leasing) finansman yöntemlerinin KOBİ’ler üzerindeki etkilerini analiz etmeye çalışmaktadır. Özellikle Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz alt-bölgelerinde (TR62, TR63 ve TRC1) dokuz farklı sektörde faaliyet gösteren toplam 1824 KOBİ’nin kullandığı finansman yöntemlerinin etkileri statik ve dinamik panel veri yöntemleri ile analiz edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, bir katılım bankası tarafından kullandırılan işletme sermayesi ve yatırım finansmanlarının KOBİ'ler üzerindeki etkisinin işletmelerin faaliyet gösterdiği bölge ve sektörlere göre farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Örneğin, işletme sermayesi (murabaha)’nın KOBİ’lerin net hasılatlarına tüm bölgelerde ve üç sektörde pozitif, yatırım (murabaha ve leasing) finansman yöntemlerinin ise tüm bölgelerde ve dört sektördeki negatif etki ettiği görülmüştür. Dolayısıyla, faizsiz finansal sistemin daha fazla yatırım fonlarını harekete geçirip firmalara tahsis edeceği ve böylece yatırımları arttırıp reel sektörün büyümesini destekleyeceği kanaati oluşmaktadır. Bu analizin daha geniş bir veri seti ile yapılıp geleneksel banka fonları ile karşılaştırılması hem literatüre hem de katılım bankacılığının gelişimine katkı sağlayacaktır.
Seafarers who spend long periods at sea and therefore have little contact with life on land face various difficulties because of their strenuous working conditions. While identifying those challenges and carrying out psychosocial interventions has the potential to increase the psychosocial well-being of seafarers, there is no scale to determine the psychosocial risks that seafarers contend with in the course of their work. This study was conducted with the aim of identifying the elements of the psychosocial risks they face so such a scale can be developed. A preliminary form was prepared for that purpose. Once the validity reliability rate of the form was determined on the basis of feedback, it was submitted to 735 members of the Turkish Seafarers ' Union residing in Istanbul and the resultant data was analyzed with SPSS and AMOS. As a result of the exploratory factor analysis, 3 factors named “Psychological/Spiritual Problems”, “Problems Related to Family and Environment” and “Problems Related to Work Environment” and 26 items were determined. It was determined that the total variance explained was 60.02%. In the confirmatory factor analysis performed, the structure consisting of 26 items and 3 sub-dimensions provided good fit values. As a result, it was concluded that a 3-factor Psychosocial Evaluation Scale for Seafarers consisting of 26 items is a valid and reliable scale.
The primary objective of this study is to conduct a comprehensive analysis of the inquiry, "Can education transform society?" Specifically, this analysis was draw upon a collection of memoirs, narratives, and stories authored by esteemed thinkers from diverse countries and historical periods, all of whom have critically examined the intricate interplay between education and society. The research is a qualitative research and was planned in a narrative research pattern. In the research consists of the works named "Turkiye’nin Maarif Davasi (Nurettin Topçu), Pedagogy of the Oppressed (Paulo Freire), Society Without School (Ivan Illich), Weapons of Mass Instruction: A Schoolteacher's Journey Through the Dark World of Compulsory Schooling (John Taylor Gatto), Can Education Change Society? (Micheal W. Apple), Finland: The Country of White Lilies (Gregoriy Petrov), and Democracy and Education (John Dewey) are selected by criterion sampling method. The data were collected with the help of document analysis and analyzed with the help of content analysis. The content analysis yielded three overarching themes and a total of nine sub-themes, presenting the outcome of the rigorous analytical examination. Based on the works discussed in the research, it has been determined that there are different perspectives and problem perceptions related to education in each work. However, the proposed solutions also differ. The idea that the active elements in the education system are more effective in the social transformation process is the common view found in the works.
Kitle fonlaması, 2008 krizi ile yaygınlaşmıştır. Zira bu kriz, girişimcileri ve şirketlerin ekseriyetini finansal sıkıntılarla baş başa bırakmıştır. Bu sıkıntıları aşmak için ise bankaların sunmuş oldukları finansman modelleri, çoğu zaman olumsuz sonuçlanmıştır. Buna binaen, bu likidite problemine karşı bir alternatif gerekiyordu. İşte bu noktada kitle fonlaması devreye girmiştir. Kitle fonlamasının gündeme gelmesiyle ve tüm Dünya’da insanların ilgisini çekmesiyle farklı modeller geliştirilmiştir. Bu modellerden bir tanesi de paya dayalı kitle fonlaması modelidir. Türkiye’de resmiyet kazanan bu model, diğer ülkelere nazaran farklılık arz etmektedir. Zira Türkiye’de fonlar platformlardan ziyade emanet yetkilisi olan tarafta toplanmaktadır. Bu çalışma, paya dayalı kitle fonlamasında yer alan emanet yetkilisinin mahiyetini ve uygulamasını detaylı bir şekilde ele aldıktan sonra, bunun fıkhi açıdan tahlili yapılmıştır. Ayrıca hem Takasbank’a hem de emanet yetkilisi görevini üstlenebilecek diğer portföy saklama kuruluşlarına yönelik bazı önerilerde bulunmaktadır.
Amaç – Bu çalışma, işyerinde şiddete maruz kalmaya yönelik geliştirilen, “Sözlü Şiddet”, “Fiziksel Şiddet”, “Cinsel Şiddet” olarak adlandırılan 3 boyuttan ve 9 maddeden oluşan “İşyeri Şiddeti Ölçeğinin” Türkiye örneğinde geçerlilik ve güvenirlik çalışmasını yapmayı amaçlamaktadır. İlgili ölçek, çalışanların işyeri şiddetine, maruz kalma durumlarını değerlendirmeye olanak sağlamaktadır. Bu anlamda ülkemiz de güvenilirlik ve geçerlilik çalışması yapılıp ortaya konan ölçme araçlarının sayısının sınırlı olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle, işyeri şiddeti ölçeğinin Türkçeye uyarlama çalışmasının bu ihtiyacı büyük ölçüde karşılayacağı ön görülmektedir. Yöntem – Uyarlamanın ilk aşaması olan ölçeğin orijinal dilinden Türkçeye çevrilmesinde, (Beaton vd,, 2000) tarafından uygulan beş kademeli çeviri metodu uygulanmıştır. Bu aşamadan sonra Türkçeleştirilen ölçek, 303 katılımcıya uygulanmıştır. Çalışmada ilk önce, ölçeğe ait dilsel eşdeğerlik gerçekleştirilmiştir. Daha sonra ölçeğe Açıklayıcı Faktör Analizi uygulanarak, orijinal ölçekte yer alan 3 faktörlü yapı test edilmiştir. Bir sonraki aşamada ölçeğe Doğrulayıcı Faktör Analizi uygulanarak yapısal geçerliliği test edilmiştir, Ölçeğe ayrıca Cronbach Alpha testi uygulanarak ölçeğe ilişkin iç tutarlılık güvenirliği belirlenmiştir. Bulgular – Yapılan tüm işlemlerin sonucunda, 3 boyut ve 9 maddeden oluşan orijinal ölçek, hiçbir değişikliğe uğramadan Türkçeye uyarlanmıştır. Tartışma – Yapılan işlemlerin sonucunda ölçeğin makale de kullanıldığı haliyle Türkçeye uyarlanmış bir ölçme aracı olarak kullanılabileceği neticesine varılmıştır.
From the Greek Agora, where we saw the first examples of shopping venues, to the present day, human beings' shopping action and the need for a place to perform this action have always been there. The quality of these shopping places has had to change and transform over time with the changing lifestyle, spatial needs, and consumption styles from generation to generation. The consumer society, which has come to the point of purchasing everything, today's shopping centers are not only needed goods; We can say that they consider these as complexes where recreational activities, where they can maintain their social relations and enjoy, are also purchased. When considered in the context of consumption, hedonic consumption, which is the consumption understanding of the new generation, has begun to replace the utilitarian consumption that was dominant in previous generations. It has also been seen in the studies that the Z generation constitutes an important part of today's shopping malls. For this reason, the existing shopping center design parameters were examined and a synthesis shopping center design criteria table was created. On the other hand, the criteria in the current table were examined, and the examples of shopping malls that entered the literature as 'new generation' shopping centers were examined and the priority design criteria sought by the Z generation in shopping centers were reached.
Amaç – Günümüzde işletmeler sürekli değişiklik gösteren dış çevreye ayak uydurabilmek ve zorlu rekabet koşullarında yaşamlarını sürdürebilmek için çalışanlara daha çok önem vermek zorunda kalmıştır. Bu yüzden pozitif psikolojik sermaye, işe yabancılaşma ve işe tutulma hem çalışanın verimliliğini ve performansını hem de şirketin sürdürülebilirliğini etkilediği genel kabul gören bir görüş olmuştur. Bu çalışma, çalışanların pozitif psikolojik sermayelerinin işe yabancılaşma ile işe tutulma arasındaki ilişkideki düzenleyici rolünü analiz etmeyi amaçlamıştır. Yöntem – Bu araştırma nicel ilişkisel bir araştırma olup, veri çevirimiçi (Google From) olarak oluşturulmuş ve katılımcıların e postalarına gönderilmiştir. Araştırmanın verileri İstanbul ilinde faaliyet gösteren ve yer altı metrolarında çalışan 277 istasyon amirinden toplanarak Pearson Korelasyon ve Hiyerarşik Regresyon testleri ile analiz edilmiştir. Bulgular – Yapılan analizler sonucunda, işe yabancılaşma ile işe tutulma arasında negatif anlamlı bir ilişki bulunurken, işe yabancılaşmanın, işe tutulma üzerindeki etkisinde, pozitif psikolojik sermayenin bu etkiyi düzenlemesi şeklinde sonuçlanması, hipotezlerimizin desteklendiği göstermektedir. Tartışma – İş gücünün işletmeler için öneminin arttığı bu yüzyılda, işe yabancılaşmanın, işe tutulma üzerindeki etkisinde, pozitif psikolojik sermayenin bu etkiyi düzenlemesini ortaya koyan herhangi bir çalışmanın olmaması nedeniyle literatürdeki boşluğu dolduracağı düşünülmektedir.
Plants have been used for the prevention and treatment of diseases since the early days of humankind and constitute the natural sources of today’s modern medicine. Approximately one-quarter of approved drugs are derived from plants. Plant steroids are a group of biologically active secondary metabolites with a 5𝛼 and 5𝛽 gonane carbon skeleton. There is immense chemical diversity in plant steroids due to the side chains, oxidation status of the carbons in the tetracyclic core, and methyl groups. Plant steroids are classified into several groups based on their biological functions and structures, also on their mechanism of biosynthesis. All subtypes have been investigated for their anti-cancer, immunomodulatory, anti-inflammatory, and anti-viral properties. The novel coronavirus disease (COVID-19) is caused by severe acute respiratory syndrome coronavirus (SARS-CoV-2), which carries an RNA genome. An intense effort has been made in terms of effective treatment strategies and vaccine development since it was declared a pandemic. Nucleoside analogs such as favipiravir and remdesivir are used to block RNA-dependent RNA polymerase enzymes. Other strategies including neuraminidase inhibitors, chloroquine, and hydroxychloroquine as immunomodulatory agents, stem cell and cytokine based therapies are being conducted. One part of the therapies against SARS-CoV-2 is focused on the spike (S) protein of the virus that binds to the host receptor, angiotensin-converting enzyme 2 (ACE2). It has been suggested that SARS-CoV-2 S protein has a free fatty acid-binding pocket, and according to molecular simulations, steroids are ligands that bind to this pocket. Therefore, this review summarizes the plant steroid biological actions as well as their anti-viral potential against SARS-CoV-2 infection.
This paper investigates the relationship between an ethnic Muslim minority identity and transnational Muslim solidarity through the case study of HÜDA-PAR,1 the most organized political Islamic organization and the second-largest political party native to Southeast Türkiye. In this paper, it is scrutinized how the concept of ummah motivates the domestic/ ideological, national, and transnational political discourse and initiatives of HÜDA-PAR. Based on interviews with senior members of the party, it is clear that HÜDA-PAR views “Islam as nationalism” while also adopting the ummah as a mechanism to voice the aspirations for greater Kurdish rights and interests. As a part of examining the party’s ideological posi- tion, the first section explores how ummah became an empowering notion within a national Turkish political structure. Section two illustrates the way the notion was used as a legitimizing force within the religiously con- servative Kurdish social structure. The third section examines the notion’s unifying role with like-minded Pan-Islamic groups within the region they operate. The article also addresses the ambiguities that a mostly abstract and idealist ummahist approach to modern politics brings when faced with Kurdish nationalism, the regional realpolitik, and democratic pluralism.
Bu araştırmada akademisyenlerin sanal kaytarma davranışlarının iş stresi üzerindeki etkisi kuşaklar üzerinden incelenmiş olup aynı zamanda sanal kaytarma ve iş stresi seviyelerinin demografik değişkenler ve sanal kaytarma öncüllerine göre farklılaşıp farklılaşmadığının incelenmesi amaçlanmıştır. Türkiye’de farklı üniversitelerde görev yapmakta olan toplamda 383 akademisyene kolayda örnekleme yoluyla ulaşılmış ve online anket yöntemiyle veriler elde edilmiştir. Elde edilen verilere korelasyon analizi, Kruskal Wallis H ve Mann Whitney U testleri uygulanmıştır. Araştırmada, akademisyenlerin sanal kaytarma davranışları ile iş stresleri arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır. Akademisyenlerin önemsiz sanal kaytarma davranışlarını daha fazla sergiledikleri, iş stresi ve sanal kaytarma seviyelerinin ise ortalama değerin altında olduğu görülmüştür. Y kuşağındaki akademisyenlerin, X kuşağındaki akademisyenlere göre sanal kaytarma ve iş stresi düzeylerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Araştırmada akademisyenlerden oluşan bir örneklemin kullanılması ve sanal kaytarma ile iş stresi arasındaki ilişkinin kuşaklar üzerinden incelenmesi, gerçekleştirilen bu çalışmanın literatürde yer alan diğer çalışmalardan farklılığını ve önemini ortaya koymaktadır.
Bu çalışma, Türkiye’de döviz kuru geçişkenliğinin genel ve ana harcama tüketici fiyatları üzerindeki etkilerinin zaman içinde değişip değişmediğini incelemektedir. Çalışma, zamanla-değişen Granger nedensellik (TVGC) testini kullanarak, 1986M01- 2022M06 döneminde ABD doları ile Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) arasındaki nedensellik ilişkisini ve ardından 2003M01-2022M06 döneminde sepet kur (ABD doları ve Avro) ile 12 ana harcama grubu arasındaki nedensellik ilişkisini incelemektedir. Bulgulara göre, Türkiye’de uygulanan dalgalı döviz kuru ve açık enflasyon hedeflemesi rejimine bağlı olarak döviz kuru geçişkenliğinin (ERPT) TÜFE ve ana harcama grupları üzerindeki etkileri azalmıştır. TVGC testi ile elde edilen bulgular, ABD doları ile TÜFE arasında çift yönlü Granger nedensellik ve sepet kurdan ana harcama gruplarına doğru tek yönlü Granger nedensellik olduğunu göstermiştir. Ayrıca elde edilen bulgular, TÜFE’ye ilişkin ERPT’nin ulusal ve uluslararası krizlerde daha belirgin hale geldiğini ve TÜFE beklentilerindeki bozulma nedeniyle yüksek ve kalıcı seyrettiğini göstermektedir.
Kanuni dönemini bizlere anlatan önemli kaynaklardan biri Avusturya elçisi Busbecq’in yazdıklarıdır. Osmanlı ile sık sık karşı karşıya gelen Avusturya, anlaşma zemini oluşturmak için kendini her anlamda iyi yetiştiren Ogier Ghiselin de Busbecq’i elçi olarak İstanbul’a gönderir. Busbecq, Osmanlı ile ilgili gözlem ve değerlendirmelerini arkadaşı Nicolas Michault’a 1555, 1556, 1560 ve 1562 yıllarında dört mektup şeklinde yazıp gönderir. Bu mektuplarda Osmanlı’nın üstün olma ve Avrupalıların geri kalma sebepleri mukayeseli bir şekilde anlatılmıştır. Osmanlı’daki Müslümanların gelenek ve görenekleri, inançları, çalışma hayatları gibi birçok konudaki durumları da çarpıcı bir şekilde anlatılır. Yine Osmanlı devlet ve ordu yönetimi ile padişahı, ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bununla beraber kendi ülkesindeki durumu da anlatan Busbecq, iki ülkeyi ve halkı mukayese etmiş ve Avrupa’nın Osmanlı’ya karşı nasıl ayağa kalkabileceğinin reçetesini vermekten geri durmamıştır. Bu çalışmada Busbecq’in söz konusu mukayeselerine dikkat çekilecektir.
Türkiye’nin de dâhil olduğu Kara Avrupası hukuk sistemi ile Anglo Sakson hukuk sistemi arasındaki yaklaşım farklılıkları, teknolojinin ve internetin gelişimi ile birlikte, özellikle teknoloji transferini konu alan ticari ilişkilerde kullanılan sözleşmelerde, daha da belirgin bir hal almaktadır. Her ikisi de sözleşme özgürlüğü prensibini esas almasına rağmen, Kara Avrupası hukuk sisteminin, sözleşmelerde ceza koşuluna yer verme hususundaki liberal yaklaşımı ile Anglo Sakson hukukunun ceza koşulunu yasaklayıcı bakış açısı, anılan iki hukuk sisteminin bu konudaki önemli bir yaklaşım farklılığını ortaya koymaktadır. Diğer yandan, Anglo Sakson hukukunda yer alan cezalandırıcı tazminat düzenlemelerine -kural olarak- Kara Avrupası hukuk sistemlerinde yer verilmiyor olması, iki hukuk sistemi arasında bu konuda mevcut olan önemli bir diğer ayrışmayı oluşturmaktadır.
Mekân edebî eserlerin temel ögelerinden olup bazen insan ruhunu etkilemiş, bazen de insan tarafından şekillendirilmiştir. İçinde bulunduğu kültüre göre anlam ve değer kazanan mekân toplumun anlam kodlarını belirleyen, sınırlarını çizen anahtar bir kavramdır. İnsanın yaşadığı olayların, hissettiği duyguların içinde geçtiği mekân, edebî eserlerde genellikle şehir olarak karşımıza çıkar. Şehir ise insan hayatını düzenleyip yönlendiren; aynı zamanda insan tarafından biçimlendirilen büyük bir yapı olarak tanımlanabilir. Şehirler toplum hayatının göstergesi, bir kültürün tüm yönleriyle ortaya konduğu mekânlardır. Mekân divan şiirine şehirlerle, şehirler içinde de en çok İstanbul’un anlatımıyla yansımıştır. Yüzyıllarca farklı imparatorluk ve medeniyetlere ev sahipliği yapan, onlara ait unsurlarla şekillenip zenginleşen İstanbul, Osmanlı devletinin yönetim merkezi olarak divan şiirinde özel bir yere sahiptir. İstanbul Türk şiirinin yayıldığı coğrafyada değişmeyen bir başkenttir. Gerçekten de ‘payitaht’ İstanbul yüzlerce yıl divan şiirinin de merkezi olmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemi bu şiire yansımıştır. Yaptığımız taramalarda, divan şairlerinin duygularını en rahat ifade ettikleri türlerin başında gelen gazel nazım şeklinde yazılmış, İstanbul’u konu edinen ve redifi İstanbul olan 16 şiir tespit edilmiştir. Bu çalışmada İstanbul övgüsünde yazılan bu gazeller şekil ve muhteva özellikleriyle incelenip yorumlanmış, böylece divan şairlerinin gözünden İstanbul sevgisi ortaya konmaya çalışılmıştır. Çalışmada ilk olarak İstanbul redifiyle gazel yazan şairler kronolojik olarak sıralanmış, daha sonra gazel sahibi her şair kısaca tanıtılmıştır. Ardından gazel metinleri önce şekil sonra da muhteva yönüyle incelenmiştir.
Bu araştırma, sınıf öğretmenlerinin örgütsel sinizm algısını etkileyen faktörleri anlamak açısından önemlidir. Öğretmenlik mesleği, farklı paydaşlarla bir arada çalışmayı gerektirdiği için örgütsel sinizm sıklıkla görülen bir durumdur. Bu çalışmada, sınıf öğretmenlerinin örgütsel sinizm düzeylerini etkileyen demografik özellikler incelenmiştir. Çalışmanın amacı, sınıf öğretmenlerinin örgütsel sinizm algıları ve sinizm algılarının eğitim seviyesi, cinsiyet, okulda çalışma süresi, yaş ve mesleki kıdem özelliklerine göre farklılaşma durumunu tespit etmektir. Araştırmada betimsel ve ilişkisel tarama yöntemleri kullanılmıştır. Araştırma, İstanbul Bağcılar İlçesi'nde görev yapan 214 sınıf öğretmeni ile gerçekleştirilmiştir. Veri toplama aracı olarak araştırmacının hazırladığı demografik veri formu, Sağır ve Oğuz (2002) tarafından geliştirilen “Örgütsel Sinizm Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, cinsiyet, yaş, medeni durum, okulda çalışma süresi, mesleki kıdem açısından bakıldığında mesleki sinizm ile değişkenler arasında anlamlı bir fark olduğu görülmektedir. Araştırma sonuçlarına göre cinsiyet, yaş, medeni durum, okulda çalışma süresi ve mesleki kıdem gibi faktörler, sınıf öğretmenlerinin örgütsel sinizm algısını etkilemektedir. Bu araştırma sonuçları, eğitim sektöründeki örgütlerin, öğretmenlerin iş tatmini ve performansını artırmak için örgütsel sinizm algısını azaltmaya odaklanmaları gerektiğini göstermektedir.
Ottoman-Swedish music-historical relations date back to the early 18th century when King of Sweden Karl XII took refuge in the Ottoman Empire with his army. During the Ottoman Empire’s 18th and 19th-century modernization processes, these connections continued. Swedish instrument makers started supplying Ottoman military bands once the Muzıka-yı Hümâyûn (The Imperial Music and Performing Arts Institution) was founded. According to three archival files identified in the Directory of State Archives in Istanbul, military band instruments were bought for Sultan Abdulhamid II in 1890 and 1907. Moreover, the first Ottoman governmental march in Western style, Mahmudie, was of Swedish interest, and the Swedish march Tre Trallande Jäntor (Three Carolling Girls) was of Ottoman. Studies on Ottoman-Swedish relations mostly focus on economic, political, or diplomatic issues. Music-historical studies on this subject are under-represented, and limited in number and content. Thus, the Swedish musical contribution to the Ottoman military and the musical connections between these two countries are still understudied subjects in the global academic world. This paper is in the fields of cultural history and cultural diplomacy. It examines the historical background of Ottoman-Swedish musical relations through the historical method, by adopting data collection and descriptive data analysis techniques to interpret the findings in line with the era’s historical, social, and political developments, as well as with the ideologies of modernization and nationalism.
Objective: This study was conducted to examine the effects of post-coronavirus disease 2019 symptoms and functional states of patients on the quality of life. Methods: This descriptive and cross-sectional study was conducted with 1646 patients in the study between September 1 and October 31, 2021. The data were collected online by sending Patient Information Form, Post-Coronavirus Disease 2019 Symptom Form, Post-Coronavirus Disease 2019 Functional Status Scale, and the reliability of the short form 12 (SF-12) Quality of Life Scale. Results: The symptoms most experienced by the patients in the study were fever (84.7%), headache (83.7%), muscle or joint pain (83.7%), fatigue (83.5%), and cough (82.8%). In terms of coronavirus disease 2019 functional states of the participants, it was found that 23.1% responded as “Limitations in my daily life and occasional need to avoid or decrease ordinary activities,” 22.1% responded as “Limitations in my daily life and cannot perform any of the usual activities.” SF-12 physical sub-di- mension mean score was found as 38.1 ± 10.38, while SF-12 mental sub-dimension mean score was found as 42.28 ± 10.38. It was found that the variable of “no limitations in daily life” had a positive effect on SF-12 physical and mental factors, while the variables of age, having limitations in daily life and not being able to perform usual activities, being dependent on someone else due to symptoms, cough, decrease in appetite, drowsiness and dizziness while standing, sleep problems, fever, body rash, and hair fall has a negative and significant effect on SF-12 physical and mental factors. Conclusion: Patients experience limitations in functional states and have a low quality of life in physical and mental dimensions due to post-coronavirus disease 2019 restrictions in daily life. Having limitations in daily life and not being able to perform usual activities, depending on someone else due to symptoms, and ongoing symptoms (cough, decreased appetite, drowsiness and dizziness while standing, sleep problems, fever, body rash, and hair loss) affect the quality of life negatively.
This research aims to explore the potential correlation between the reflective thinking skills of 8th-grade students in secondary education and their level of math anxiety. The study also intends to investigate potential discrepancies in students' reflective thinking abilities for problem-solving and mathematics anxiety, considering factors such as gender, parental education level, and the type of games played. One of the quantitative research designs, the relational survey model, was employed in this study. There were 779 8th-grade students in the study group, comprising 415 females and 364 males. The researchers collected data using three tools: the reflective thinking skills in problem-solving scale developed by Kızılkaya and Aşkar (2009), the mathematics anxiety scale developed by Bindak (2005), and a personal information form created by the researchers. The data obtained from the scales were analyzed using statistical methods such as arithmetic mean, t-test, analysis of variance (ANOVA), and Scheffe test. A noteworthy finding is that the math anxiety scale score and the reflective thinking skills scale score for problem-solving exhibit a significant difference based on the type of game played by the students. An important finding is that the reflective thinking skill scale for problem-solving reasoning sub-dimension accounts for 10% of the total variance in mathematics anxiety, as revealed by the multiple regression analysis.
Transdiagnostic, in other words ‘beyond diagnosis’ is a term that which is generated as an alternative to some negative situations which are caused by diagnostic approach. Transdiagnostic approach is a comprehensive perspective which adopts diagnosis as a tool and crossover rather than the main purpose. Rumination means that repetitive and compulsory thoughts which provokes a lot of negative cicumstances. Runimation is seen in many psychopathologic diagnosis as symptom even it is not mentioned as an exact diagnosis in the literature. Some notions like rumination which are not described as exact diagnosis but provide some criterias which are seen as general psychopathologic symptoms qualified as transdiagnostic. The aim of this study is evaluating rumination in the concept of transdiagnostic view by reviewing literature and discussing its advantages. Studies show that ruminations effects on many diagnoses persistence, occurance and relapse like depression, anxiety, stress, alcohol addiction and substance addiction helps to understand transdiagnostic feature of itself. At the same time, factors like adding a meaning to evaluation of the relationship between diagnoses, occuring important effects on consistence of diagnosis as being mediator role and implicit role provide a view to understand transdiagnostic charasteristic of rumination. To sum up, by handling rumination as a transdiagnostic notion some criterias are aimed such as influencing to symptoms and diagnosis which are caused and continued by rumination.
Günümüzde tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 Salgını toplumlar üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olan bulaşıcı bir hastalıktır. Tüm toplumsal kurumları etkileyen bu salgınla birlikte gündelik yaşamda birtakım değişiklikler söz konusu olmuştur. Tüketim de bu değişikliklerin yaşandığı alanlardan biridir. Yapılan bu araştırmanın genel amacı salgın döneminde ailelerin tüketim eğilimlerinin incelenmesidir. Bu çalışmayla birlikte ailelerin olağanüstü durumlar karşısında yaşadıkları endişe sonucunda tüketim eğilimleri sosyal bir bakış geliştirerek araştırılmıştır. Araştırmanın çalışma alanı olarak İstanbul/ Bağcılar seçilmiştir. Bağcılar'da yaşayan ailelerin tümü araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Nitel araştırma yöntemi kullanılan bu araştırmada kartopu örneklem tekniğiyle aile üyelerine ulaşılmıştır. 17 kişiyle derinlemesine yüz yüze mülakatın gerçekleştiği bu araştırmada yapılandırılmamış görüşme tekniği kullanılmış olup görüşme sonucunda elde edilen bulgular yorumlayıcı yöntem ile analiz edilmiştir. Yapılan görüşmeler sonucunda elde edilen bulgulara göre; salgın döneminde tüketimin en fazla arttığı sektör, gıda sektörü olmuştur. Bu durumda referans gruplarının etkisi söz konusudur. Gıda sektöründen sonra artışın yaşandığı bir diğer sektörler ise medya ve sağlık sektörüdür. Bunun nedeni ise salgın döneminde fiziksel mesafeden kaynaklı olarak insanların yüz yüze iletişim kuramaması sonucu iletişimlerini sosyal medya araçlarıyla gerçekleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Tüketimde azalmanın yaşandığı sektör ise giyim sektörüdür. Bunun nedeninin bulaşa maruz kalma korkusu ve endişeden kaynaklandığı da elde edilen bulgular arasındadır.
6102 sayılı TTK ile şirketler hukukunda getirilen önemli değişikliklerden biri de, yeni pay alma ve rüçhan hakkına ilişkin düzenlemedir. İsvBK m. 652b’de yer alan “paysahibinin sermaye artırımında çıkarılan payları oransallık ilkesi uyarınca alabilmesine ilişkin “yeni pay alma hakkı”nın (Bezugsrecht), TTK m. 461 hükmüne hatalı olarak “rüçhan hakkı” (Vorrecht) olarak alınması, öğretide tartışılmaktadır. Tartışmanın odak noktası, TTK 461. maddenin üst başlığında “rüçhan hakkı”ndan, 1. fıkrada ise, “yeni pay alma hakkı”ndan, 2. fıkrada ise, “rüçhan hakkının genel kurul kararıyla kaldırılabilmesi veya sınırlandırabilmesi”nden bahsedilmesi teşkil etmektedir. Bu makalede, sermaye artırımında paysahiplerine kanunen tanınmış olan “yeni pay alma hakkı” ile esas sözleşme ile tanınan “rüçhan hakkı”nın içeriği, amacı, konusu ve kapsamı incelenecektir. Ayrıca rüçhan hakkında ve kâr payında imtiyazlı paylarda üst sınırın ne olması gerektiği ve buna ilişkin hukuki sakıncalar açıklanacaktır.
Studies report that both job boredom and excessive workload have detrimental effects on employee well-being and work outcomes. Although these variables fluctuate daily, longitudinal studies addressing within- and between-person variance in the variables and how they relate to daily work outcomes are scarce. The aim of this study was to determine how daily workload and daily job boredom are associated with daily emotional labor, stress, job satisfaction, and positive and negative affect. Multilevel data were collected at six time points (five daily, one person level). Person level (n=137) and day level (685) data were matched to conduct multilevel analyses using the software HLM. Both workload and job boredom showed substantial daily variability. The results of multilevel analyses revealed that job boredom had wider negative effects than workload in general. While daily job boredom was positively related to work stress, negative affect, and emotional labor, it demonstrated a significant negative relationship with positive affect. Daily workload was significantly related to only stress and negative affect. Using multilevel methods, it is possible to investigate the variance and relationships of the concepts both at general and daily levels. The results emphasize the negative effects of daily job boredom, which can be more critical compared to workload. The results also have important practical implications for managers.
Sanayi devrimiyle Avrupa’da başlayan siyasi, sosyal ve teknolojik değişim bir müddet sonra Osmanlı Devleti’ni de etkisi altına almıştır. Bu etki Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de toplumun yaşam biçimlerini buna bağlı olarak da yaşamlarının geçtiği mekânları değiştirmiş ve dönüştürmüştür. 20. yüzyılla birlikte bilhassa İstanbul gibi büyükşehirlerin yapılaşmanın hızla artması ve var olan tarihi dokuların gereği gibi korunamaması kent kimliğine zarar vermiştir. Sosyal ve mimari alandaki bu hızlı değişim, toplumun ve kentin sahip olduğu kimliği yeni kuşaklara aktarmasında kopukluklara sebep olmuştur. Kent ve kent kimliğinin sürekliliğine zarar veren bu kopukluklar ise bellek, kimlik ve aidiyet kavramlarının doğru yapılandırılmasını ve korunmasını engellemektedir. Bu çalışma; kentsel bir doku olan Ezine Apartmanı’nın tarihsel ve mimari sürekliliği, dönemin mimarlık anlayışı, yaşam kurgusu ve teknolojisi üzerine odaklanmaktadır. Bu bağlamda Ezine Apartmanı’nın ilk inşasından başlayarak tarihsel süreç içerisinde yaşadığı mimari, toplumsal ve kimlik değişiminin irdelenmesi amaçlanmaktadır. 1890’lı yılların sonu 1900’lü yılların başına ait fotoğraflarda ilk olarak tespit edilmeye başlanan Ezine Apartmanı, 1905’ten itibaren tarihi haritalarda da takip edilebilmektedir. Yapının ilk inşa döneminde harita ve fotoğraflara Kantar Han/Apartmanı olarak işlenmesi, işlev olarak apartmandan önce ticarethane-han olarak kullanıldığını düşündürmektedir. 1930’lu yıllarda Ezine ailesi tarafından ikametgâh olarak kullanılan yapıya 1935’te asansörün de eklenmesi ve 1938’e kadar cephenin balkonlarda dahil günümüzdeki görünüme kavuşması, apartmanın mimari kurgu kapsamında müdahalelere uğradığına dair referans oluşturmaktadır. Ezine Apartmanı, İstiklal Caddesi üzerinde dar bir parselde yer alan apartmanların tipolojisini belgelemesi, neredeyse 120 yıldan fazla olan mevcudiyeti ile değişen kullanım fonksiyonları, misafir ettiği ikametçilerinin tarihsel kişiliği ve dönemin hâkim Art Nouveau üsluplu cephesi ile bölgenin simge yapılarından biridir.
Aim: This study aimed to provide a bibliometric and visualization analysis of the studies conducted in the fields of psychiatry and psychology related to COVID-19. Methods: A total of 21255 studies carried on between 01 January 2020 and 01 September 2021, were obtained from Pubmed database. The studies have been evaluated under four headings: “behaviour and behaviour mechanisms”, “psychological phenomena and processes”, “mental disorders”, and “behavioral disciplines and activities”. Studies consisting of papers, book chapters, research, and review articles were mapped with the VOSviewer (version 1.6.16) open-access program, and the most repeated 484 terms out of 6438 key terms found in 21255 studies, were included in the data set. The term clusters that were closest to each other were determined by evaluating the closeness of the most repeated terms and the 51923 links calculated for 6438 terms. Results: In the first cluster, the topics such as anxiety, mental health, depression, psychological adaptation, psychological risk factors have formed the majority of the studies in the field of psychology-psychiatry related to COVID-19; in the second cluster, studies are concentrated in areas such as telemedicine, infection control, personal protective equipment, and outpatient services. It is observed that the majority of the terms in the third cluster are about COVID-19 and mental disorders, and the fourth cluster consists of terms such as psychological burnout and job satisfaction in the health workforce. Conclusion: In this bibliometric study, the information is provided about which topics are mainly carried out in psychiatry and psychology studies related to COVID-19.
In the present study, the antihypertensive, antidiabetic, and antioxidant properties of oak peptides were determined in vitro. For this purpose, samples from most common oak species (Quercus coccifera, Quercus ilex, and Quercus cerris) were collected, the proteins were extracted and the bioactive properties of 48 different peptide fractions were monitored using a fast protein liquid chromatography. The results showed that acorn peptides had no remarkable antioxidant or antihypertensive effects. Comparing the bioactive peptides of all oak species, the peptides of Q. coccifera generally had higher DPP-IV inhibition activity than those of Q. cerris and Q. ilex. The highest DPP-IV inhibition activity was determined in Q. coccifera second peptide fraction (50.10%). To sum up, acorn peptides could positively contribute to the human health, and they could be evaluated as functional food ingredients for the prevention of type 2 diabetes.
This paper investigates the relationship between an ethnic Muslim minority identity and transnational Muslim solidarity through the case study of HÜDA-PAR,1 the most organized political Islamic organization and the second-largest political party native to Southeast Türkiye. In this paper, it is scrutinized how the concept of ummah motivates the domestic/ ideological, national, and transnational political discourse and initiatives of HÜDA-PAR. Based on interviews with senior members of the party, it is clear that HÜDA-PAR views “Islam as nationalism” while also adopting the ummah as a mechanism to voice the aspirations for greater Kurdish rights and interests. As a part of examining the party’s ideological posi- tion, the first section explores how ummah became an empowering notion within a national Turkish political structure. Section two illustrates the way the notion was used as a legitimizing force within the religiously con- servative Kurdish social structure. The third section examines the notion’s unifying role with like-minded Pan-Islamic groups within the region they operate. The article also addresses the ambiguities that a mostly abstract and idealist ummahist approach to modern politics brings when faced with Kurdish nationalism, the regional realpolitik, and democratic pluralism.
-
Instructional technology has been developing rapidly and its impacts can be observed in learning environments. One of the recent technological tools used in science classes is virtual laboratories. This study aims to investigate the effects of virtual laboratories on developing gifted students’ conceptual knowledge and improving science process skills. A total of 60 sixth-grade gifted students were the participants. Half of the students were in the control group, in which hands-on experimentation was followed, and the other 30 sixth-grade students were involved in the experimental group, in which virtual laboratory environments were used. Two different instruments, a multiple-choice conceptual knowledge test, and a science process skills test, were used in this study. The findings indicated that each condition increased their content knowledge and enhanced their science process skills in the study. However, the gifted learners in the virtual laboratory environment performed better than those in the hands-on laboratory environment for both tests. Possible reasons for the findings and some suggestions were also shared in the discussion.
The aim of this study was to investigate the effect of the genre-based writing method in distance education courses. In this study, where action research was chosen as a research method, the researcher examined the use of the genre-based writing method in writing lessons of 8 foreign students at the B2 level who took a Turkish course over a 7-week period. For the data collection tools; the lessons’ video-recordings (observation), semi-structured interviews (interview) and the writings of the participants (document analysis) were examined. Thematic analysis was used in this study with both deductive and inductive processes. As a result, it was observed that genre-based writing method increased students' writing skills considerably in distance Turkish writing lessons. Another major finding was that the participants’ characteristics affected their success. However, in some sub-headings of this study, because of distance education’s nature, the implementation of the genre-based writing method did not show the expected successes. Finally, large-scale experimental studies containing genre-based writing method implementation and studies on self-regulation strategies in online writing lessons were suggested.
Bir kavram ya da durumu etkili, kısa bir biçimde anlatmak için sıklıkla sözcüklerden bir veya birkaçının ilk anlamından uzaklaşarak kalıplaşan ve en az iki sözcükten oluşan dil öbeklerine deyim denir. Bir milletin kültüründe, yaşam tarzında, düşünce hayatındaki gelişme ve değişmelerin etkisiyle söz varlığında olduğu gibi deyimlerde de yeni oluşumlar meydana gelebilir. Doğal bir süreç gibi kabul edilebilecek bu husus dili sanatlı kullanma ihtimamını gösteren yazarların/şairlerin eserlerinde müşahede edilebilir. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanında da deyimlere ait bu tür yeni oluşumlar tespit edilmiştir. Yazar tarafından oluşturulan bu deyimlere çalışmada özgün deyim adının verilmesi uygun görülmüştür. Bu terim; deyimin tanımına, yapısına ve oluşum özelliğine uyan ancak sözlüklerde yer almayıp yazarın kendi üretimi şeklinde karşımıza çıkan deyimleri karşılar. İnceleme metni olarak seçilen roman üzerinden hazırlanan bu çalışmada amaç, deyim(ler)in teorik olarak ne olup olmadığını, sınırlılıklarını, çerçevesini belirlemeye çalışmak ayrıca tespit edilen otuz yedi özgün deyimi, anlamları ile birlikte açıklamaktır. Ek olarak, özgün deyimlerin tespitiyle bir romanın dile ne gibi zenginlikler katabileceği, dilin yeni deyimler ortaya çıkarabileceği kanıtlanmak istenmiş ve tespit edilen bu deyimlerin hazırlanacak ya da güncellenecek deyimler sözlüklerine eklenmesi teklif edilmiştir.
İstanbul Adaları edebiyatçıların şehrin karmaşası ve gürültüsünden uzaklaşıp sakinlik buldukları bir mekân olması, bazı edebiyatçıların Adalar’a yerleşmesi veya yılın belli dönemlerini burada geçirmeleri yönleriyle ikamet veya ziyaret edilen bir yer olmuştur. Adalar, tabiatı, sosyal hayatı, aşk hikâyelerine zemin teşkil edecek bir dünya olması gibi yönleriyle edebî eserlere de konu olur. Eserlerinde Adalar’a sıkça yer vermelerinden ötürü edebiyat tarihinde “ada şairi” olarak anılan Mehmet Celal ve Tahsin Nahit gibi isimler de bulunmaktadır. Döneminin popüler yazarlarından biri olarak nitelenen Burhan Cahit Morkaya, eserlerinde İstanbul Adaları’ndan biri olan Büyükada’ya yer veren bir diğer yazardır. Yazarın ilk romanlarından biri olan Coşkun Gönül’de bir mekân olarak Büyükada’nın geniş yer kapladığı görülür. Romanda Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da yaşayan üç genç kızın hikâyesi konu edilir. Olay örgüsü Serap, Serap’ın çocukluk arkadaşı Asuman ve Serap’ın mektepten arkadaşı Vildan etrafında gelişir. Burhan Cahit, bu üç genç kızın başından geçen aşk hikâyelerini dönemin sosyal ve kültürel şartlarını da aksettirecek bir şekilde sunmaktadır. Romanda olaylar Kadıköy, Şişli, Beyoğlu gibi semtler başta olmak üzere İstanbul’da geçer. Vildan’ın Büyükada’da oturan zengin bir ailenin tek kızı olması münasebetiyle Büyükada, sokakları, caddeleri, otelleri ve mesire yerleriyle romanda büyük yer kaplar. Makalede Büyükada’nın hangi unsurlarıyla romanda yer aldığı incelenecek, bu mekânların kurgu içindeki işlevleri değerlendirilecektir. Söz konusu mekânların gerçeklikle ilgisi ise araştırmanın bir diğer boyutunu oluşturmaktadır.
Türkiye’de Yükseköğretim Kurumları Sınavına (YKS) giren öğrenci sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu sınav öğrenciler üzerinde stres ve kaygı gibi pek çok psikolojik soruna yol açabilmektedir. Bu araştırmanın amacı, farklı türden ortaöğretim kurumlarının son sınıflarında öğrenim görmekte olan öğrencilerin Yükseköğretim Kurumları Sınavına ilişkin kullandıkları metaforları belirlemek ve analiz etmektir. Araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden fenomenolojik araştırma deseni kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubu, İstanbul İli Silivri ve Büyükçekmece İlçelerinde devlet okullarında öğrenim gören 505 lise son sınıf öğrencisinden oluşmaktadır. Çalışma grubu maksimum çeşitlilik örnekleme yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. Araştırmada toplanılan veriler yapılandırılmış görüşme formu kullanılarak elde edilmiştir. Verilerin analizinde tümevarımcı analiz yöntemi kullanılmıştır. Bu kapsamda öğrencilerin oluşturduğu metaforlar, benzerlik ve farklılıklarına göre araştırmacılar tarafından alt tema ve temalar altında toplanmışlardır. Metaforların toplandığı alt temalar “olumsuz çağrışım”, “belirsizlik”, “yarış/mücadele”, “gelecek/umut” alt temaları ve “endişe/kaygı” ile “beklenti” temalarıdır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre öğrenciler üniversite sınavını en çok “kabusa” ve “ölüme” benzetmişlerdir. Öğrenciler genel olarak üniversite sınavını ölüm kalım meselesi olarak değerlendirmektedir. Çalışmanın son bölümünde ise ortaya çıkan metaforlardan hareketle okul rehberlik servisleri ile ilgili kurumların yapacağı çalışmaların önemine vurgu yapılmıştır
Bu araştırmanın amacı, Türk atasözlerinde yer alan pedagojik ifade ve anlamların belirlenmesi ve çağdaş pedagoji kuramlarıyla karşılaştırılarak kültür temelli bir yaklaşım önerisinin geliştirilebilmesidir. Atasözleri, geçmiş nesillerden diğer bir deyişle atalardan olduğu kabul edilen, anonim olan, toplumların asırlar boyunca edindiği tecrübeler ve gözlemleri belirten kısa, kalıplaşmış, özlü sözlerdir. Zamanın ve tecrübenin süzgecinden geçmiş durumların kısa cümlelerle ifadesi olan atasözleri göründüğünden daha geniş ve daha derin anlamlar taşımaktadır. Genel olarak pedagoji bilimi yönetimden programa, iletişimden tutuma insanın öğrenmesini, öğrenmeye dayalı düşünme ve davranışlarını konu edinmektedir. Üzerinde ayrıca zihinsel çaba sarf etmeye gerek kalmaksızın doğrudan sözel, duygusal ya da psiko-motor düzeyde ortaya çıkabilen davranışların kaynaklarından birisi de aile ortamında ve diğer çevresel etkileşimle atasözlerinden öğrenilenler, davranışlarımızın temel referanslarındandır. Dokuman incelemesi ve içerik analizi tekniğiyle analiz edilen atasözlerinde yer alan pedagojik ifade ve anlamlar belirlenmiş, bu ifade ve anlamlar Eğitim-Öğretim, Eğitim Psikolojisi, İletişim, Planlama ve Yönetim başlıklarında beş kategoride gruplandırılarak pedagojik açıdan yorumlanmıştır. Elde edilen sonuçlara dayalı Bilim Temelli Kültürel Milli Pedagoji Araştırması önerisi geliştirilmiştir.
Bu araştırmada, meta sentez yöntemi kullanılarak Türkiye’deki matematik felsefesine dair çalışmaların mevcut durumunun ve nasıl eğilim gösterdiğinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu amaçla 2016-2020 yılları arasında yayınlanmış olan 51 çalışma, amaçlı örnekleme yöntemi ile seçilerek analiz edilmiştir. Çalışmalara TÜBİTAK ULAKBİM DergiPark, Google Akademik arama motoru ve YÖK Ulusal Tez Merkezi veri tabanlarından ulaşılmıştır. İçerik analizine tabii tutulan çalışmalar; yıllara göre dağılımı, yayın türleri, araştırma desenleri, örneklemleri, veri toplama araçları, çalışma alanları, amaçları ve sonuçları bağlamında incelenmiştir. Toplanan veriler, frekanslarına göre yorumlanıp grafik veya tablo ile sunulmuş ve gerekli açıklamalar yapılmıştır. İncelenen çalışmaların önemli bir bölümünün; makale türünde olduğu, nitel yöntemler içinde yer alan fenomenolojik desen ile yürütüldüğü tespit edilmiştir. Çoğu çalışmada verilerin doküman inceleme yoluyla toplandığı görülmüştür. Az sayıda çalışmada ise anket/ölçek gibi veri toplama araçlarının kullanıldığı ve eğitim alanına odaklanıldığı tespit edilmiştir. Araştırma sonuçlarından hareketle matematik felsefesi kapsamında çalışma yapacak araştırmacılara ve uygulayıcılara bazı önerilerde bulunulmuştur.
Aile toplumun en küçük birimidir. Şehirleşme hayatına ve toplumsal cinsiyet rollerine dair değişimlerin kaçınılmaz olduğu bir dönemde, öne çıkan kavramlardan birisi aile ve aileyi oluşturan bireylerin evlilikten beklentileridir. Evlilikten beklentiler üzerine yapılan çalışmaların alan yazında sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Evlilik beklentileri ve cinsiyet rolü tutumları arasındaki ilişki ve etkileşimi konu alan bu çalışma daha önce araştırılmamış özgün bir çalışmadır. Bu araştırmada üniversite öğrencilerinde cinsiyet rollü tutumları ve evlilik beklentileri arasındaki ilişki incelenmiştir. Bu çerçevede yapılan çalışmaya 399’u kadın ve 112’si erkek olmak üzere toplam 511 öğrenci katılmıştır. Veri toplamak amacıyla Kişisel Bilgi Formu, Evlilik Beklentileri Ölçeği, Toplumsal Cinsiyet Rolü Tutum Ölçeği kullanılmıştır. Veriler çevrim içi olarak toplanmıştır. Evlilik beklentileri ve cinsiyet rollü tutumlarının demografik değişkenler ile gösterdiği değişikliği değerlendirmek için t testi ve tek yönlü varyans analizi (ANOVA) teknikleri kullanılmıştır. Cinsiyet rollü tutumları ve evlilik beklentileri arasındaki ilişki ve etkileşimi sınamak için korelasyon ve regresyon analizleri yapılmıştır. Analizler sonucunda evlilik beklentileri ve cinsiyet rolü tutumları arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak eşitlikçi cinsiyet rolü tutumu evlilik beklentilerinin önemli bir kısmını anlamlı şekilde açıkladığı belirlenmiştir. Konu ile ilgili benzer çalışmaların yapılması önerilmiştir.
The purpose of this paper is to measure the effect of Coronavirus quarantine on the cognition and behavior of children in the early childhood period using the Fuzzy Set Theory. In this study, after the Coronavirus quarantine, the thoughts of the children and their parents' observations and thoughts about the cognition and behavior of their children were questioned. This investigation was used to measure the change in children's cognition and behavior of the Coronavirus quarantine, both in questions asked to children and in questions asked to parents. The fuzzy Conjoint Method was used to analyze the data obtained. The measurements of the effect of the Corona-virus quarantine have been recorded in the form of degrees of similarity and its level of agreement.
Klâsik şiir geleneğimizde en çok işlenen tema aşk olduğu gibi en sık karşılaşılan tip de sevgilidir. Bu şiirin sevgili tipi, gerçeklikle olan ilgisi, hüviyeti, cinsiyeti, kaynağı gibi yönleri bakımından zaman zaman eleştirilmiş, tartışma konusu hâline getirilmiştir. Bu tip, aynı zamanda eski şiiri tenkit etmek isteyenlerin ilk başvurdukları yerlerden biri olmuştur. Bu çalışmada klâsik şiirin sevgili tipi etrafındaki görüş, tartışma ve eleştiriler yukarıda bahsi geçen çeşitli yönler bakımından ele alınmıştır. Burada tartışmalara bir son vermek veya yenisini eklemek değil bu konudaki farklı görüşlerin bir arada sunulması hedeflenmiştir. Klâsik şiirin güzellik imajı ve aşk algısı arkasında toplumsal mekanizmaya, edebî geleneğe ve tasavvufî anlayışa yaslanan sebepler yatmaktadır. Makalede tek bir kaynaktan beslenmeyen bu tipi tek bir düşüncenin veya kabulün ürünü olarak değerlendirmemek gerektiğine dikkat çekilmek istenmiştir. Çalışmada öncelikle klâsik şiirin sevgilisi genel hatlarıyla özetlenmiş, daha sonra bu tip etrafında gelişen muhtelif görüş ayrılıkları ve birlikleri sıralanmıştır.
The incidence of skin cancer is increasing around the world every year. Although there are many reasons for the occurrence of skin cancer, UV radiation caused by sunlight is seen as the most important factor. Therefore, reducing exposure to UV radiation should be a top priority for skin cancer prevention. In addition, different demographic features also affect the amount of UV exposure. These include age, gender and professional groups. On the other hand, people can be exposed to UV radiation voluntarily. Sunbathing or using tanning devices can be shown as examples for this. For these reasons, interventions to reduce exposure to UV radiation should focus on demographic features and the desire to tan. At the same time, it is emphasized in the literature that theory-based and systematic interventions are more effective than others. In this context, we think that the Health Belief Model, which is an effective psychosocial model for health behaviors, will be useful in developing sun protection behaviors. In this review, interventions based on the Health Belief Model in the context of tanning behavior, age, gender, and outdoor activities for the prevention of skin cancer and the improvement of sun protection behaviors have been discussed.
Objective: In the literature reported that perceived social support may have a positive impact on psychological well-being of patients with chronic diseases. However, a brief review of the literature also shows that the number of studies on the relationship between perceived social support and psychological well-being in patients with chronic diseases is limited. This study aims to determine the relationship between perceived social support and psychological well-being in patients with chronic diseases. Materials and Methods: This descriptive and correlational study was conducted on 203 inpatients with at least one chronic disease, who received treatment at a community health center between November 2020 and May 2021 in İstanbul. Results: Psychological well-being of the participants was positively correlated with perceived social support. Duration of chronic disease and age of participants were negatively correlated with perceived social support and psychological well-being. Simple linear regression model that analyzed the effects of perceived social support on psychological well-being of the participants was statistically significant (p<0.001) and showed that perceived social support explained about 18% of the change in the psychological well-being of participants with chronic diseases (straight, R2 = 0.175). The determination coefficient of the model was 0.161. A positive correlation was determined between MSPSS and FS scores. Conclusions: The findings implied that perceived social supported improved psychological well-being of patients with chronic diseases. Therefore, health professionals, primarily the nurses, may evaluate the levels of perceived social support and psychological well-being of patients with chronic diseases and incorporate spiritual care interventions and social support systems into nursing care plans.
Günümüzde, sosyal ve modern yaşamın getirisi olan, perakende sektöründe önemli yere sahip olan alışveriş merkezi sayıları her geçen gün artmaktadır. Bu durum yönetimleri, çeşitli ve yenilikçi arayışlara yöneltmektedir. Alışveriş merkezlerinin mevcut performanslarının analiz edilmesi ve uygun çözümler sunulması da bu arayışlara çözüm niteliğindedir. Son zamanlarda ortaya çıkan bu ihtiyaçtan yola çıkarak, alışveriş merkezlerinin performans değerlendirmesine katkı sunması amacıyla bu çalışmada alışveriş merkezleri için bir performans indeks ölçüm modeli geliştirilmiştir. Önerilen performans indeks modelinde, 6 ana kriter ve 135 alt kriter belirlenmiştir. AVM Performans kriterlerinin ve AVM’lerin performanslarının incelenmesi aşamasında, AHP ve PROMETHEE yöntemleri tercih edilmiştir. Sonuçların analizinde ise, SWOT analizi ve radar diyagram analizi olmak üzere 2 yöntemle karşılaştırmalı değerlendirilmiştir. Geliştirilen modelin uygulama aşamasında, araştırmanın örneklemi Türkiye’de İstanbul ilindeki alışveriş merkezlerine uygulanmıştır. Çalışma, alışveriş merkezlerinin performansını değerlendirmek için yeni bir model sunma açısından literatürde kapsamlı ilk çalışmadır. Önerilen model ve geliştirilen çözüm önerileri ile birlikte perakende sektöründe rekabet avantajı elde edilmesi ve sektöre olumlu katkı sağlaması umulmaktadır.
Rüzgâr rejimi dağılım modelinin belirlenmesi birkaç nedenden dolayı gereklidir, rüzgâr gücü çıktısını tahmin etmek en önemli konulardan biridir. Bu açıdan rüzgâr hızı dağılımını modellemek için Weibull, Gamma ve Rayleigh dağılımları en yaygın olarak kullanılan dağılımlardır. Ancak, tüm rüzgâr modellerini modellemede üstün olmayabilirler. Sonuç olarak, yerine geçecek dağılım fonksiyonlarının çalışılması gerekmektedir. Bu makale, rüzgâr hızı dağılımını tanımlamak için Weibull, Uç Değer, Ters Gauss, Lojistik, Log-Lojistik, Yarı-Normal, Burr Tipi XII, Genelleştirilmiş Uç Değer, Genelleştirilmiş Pareto ve T Konum-Ölçeği adlı on farklı dağılım fonksiyonlarını kapsamlı bir şekilde sunar. Ayrıca, her dağılımın parametre değerlerini optimize etmek için iki metasezgisel optimizasyon yöntemi olan Genetik Algoritması ve Parçacık Sürü Optimizasyonu kullanılmaktadır. Sunulan dağılımların iyi durumlarını (good-of-fitness) karşılaştırmak için yedi istatistiksel tanımlayıcı ile birlikte altı hata kriteri kullanılmıştır.
“Yaşlılık” konusu, sosyal bilimlerin başlıca araştırma konuları arasındaki yerini almıştır. İnsanlığın hızlı yaşlanma süreci, birçok ülkenin başlıca sorunları arasında yerini alırken, Türkiye’yi de oldukça endişelendiren sorunların başında geldiği görülmektedir. Özellikle içerisinde yaşanılan bu Covid-19 sürecinin yaşlı bireylere yönelik endişeleri daha da artırdığı gözlemlenmiştir. Yaşlı bireylerin sosyal sorunları, Pandemiye yönelik kısıtlamalar, yaşlı bireylerin sürdürülebilir yaşam şartlarını zorlaştırmış, dini-manevi destek ihtiyaçlarını daha da arttırmıştır. Bu çalışmanın amacı; dünya genelinde artış gösteren yaşlı nüfusun mikro, mezzo ve makro düzeyde toplumsal bir sorun olarak algılatılmasının, dini-manevi gereksinimlerinin göz ardı ediliyor olmasının evrensel temel insan hak bildirileri, anayasa ve yasalar anlamında oldukça yanlış bir tutum olduğuna dikkat çekmektir. Bu bağlamda Covid-19 sürecinde yaşanan hassas durumlar dikkate alınarak, sosyal hizmet disiplini dâhilinde yaşlı bireylere sunulması gereken hizmetlerin dini-manevi destek hizmetleri çerçevesinde sunulmasının gerekliliğini ortaya koymaktır. Covid-19 sürecinin bütün insanlar için geçici bir süreç olduğu ve yeniden “Normal Yaşam”a dönülebileceği umutlarının korunmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu süreçte yaşlı bireylerin dini-manevi perspektifte ele alınan psikolojik sorunlarının“Etkinlik (Aktivite)”, “Rol Bırakma” ve “İlişki Kesme” teorileri çerçevesinde dezavantajlara dönüştürülmemesi oldukça önem arz etmektedir. Bu bağlamda, holistik bir yaklaşım olarak yaşlı bireylerin bütün sosyal ilişkilerinde kendi kendilerine yetebilme ve rollerini bırakmama yönünde dini-manevi destek hizmetlerinin daha etkin sunulmasının gerekliliği oldukça önem arz eden eklektik bir yaklaşım olarak görülmektedir.
The 2020 coronavirus (COVID-19) pandemic has created a global health crisis that profoundly impacts how we perceive our world and daily lives. The mass media plays a significant role in shaping the public’s perception of the risks, influencing the public’s level of participation in preventive measures. False information should never be shared, but sharing disinformation during a pandemic is especially egregious as it can impede efforts to prevent the disease from spreading. Non-experts in the media should not be making and publicizing false statements. This study designed a COVID-19-specific tool to examine the role of the mass media in disseminating accurate health communication and stopping the flow of misinformation, especially as this relates to the sustainable adoption of preventive measures to curtail the pandemic in Turkey. The outcomes will guide policymakers toward a more effective correct management of human behavior in current and future epidemics. In the study, data were collected with a questionnaire prepared through online Google forms, using the snowball sampling method, in line with the ethics committee decision of Istanbul Sabahattin Zaim University dated 29/07/2020-2020/07 between 4-9 April 2021. The survey combined the “Perception of Health News Scale,” which was developed by Çınar (2018) and modified to be specific to the COVID-19 pandemic to create the “Perception of COVID-19 News Scale,” and a bespoke scale for the current study to measure personal avoidance behaviors in the pandemic: the “COVID-19 Avoidance Behavior Scale.” The collected data were analyzed using IBM’s SPSS 25.0 software. The “Perception of COVID-19 News Scale” focused on four dimensions of mass media health coverage during the pandemic: accuracy, comprehensibility, significance, and interestingness. The scale was valid and reliable (Kaiser–Meyer–Olkin 0.921; variance 58.065%; total score average 3.715 ± 0.64). The “COVID-19 Avoidance Behavior Scale” focused on personal avoidance behavior and preventive behavior. The scale was also valid and reliable (KMO .0804; variance 63.251%; total score average 3.919 ± 0.71). The mass media health coverage of the pandemic could explain 59.9% of the participants’ change in avoidance behavior. A regression analysis using the stepwise method among the variables showed that the mass media’s COVID-19 coverage that the participants considered truthful and significant had the most considerable effect on their precautionary behavior. In addition, news they perceived as understandable, compelling, and engaging had a substantial and positive impact on their avoidance behavior. The results suggest that pandemic-specific health training provided to the public through mass media could contribute to more effective early case detection and positively change precautionary and personal avoidance behaviors leading to more positive biological and psychological consequences.
Son yıllarda gelişen teknoloji birçok alanda olduğu gibi eğitim camiasını da etkilemiş, eğitimde farklı teknolojilerin kullanıldığı pek çok çalışma yapılmıştır. Yapay zekâ günümüzün teknoloji trendleri arasında olup yapay zekanın eğitim alanına nasıl entegre edileceği konusunda araştırmacılar için yol haritası oluşturulma ihtiyacı doğmuştur. Bu amaçla 2017-2021 yılları arasında “eğitimde yapay zekâ” anahtar kelimeleri kullanılarak “Google akademik” ve YÖK ulusal tez merkezi veri tabanından taramalar yapılmış, elde edilen sonuçların makale ve tez olması ve belirtilen zaman aralığı kapsaması kriterleri ile kapsama alınıp doküman incelemesi yoluyla sistemik bir şekilde incelenmesi sağlanmıştır. Bu kapsamda 6 lisansüstü tez, 15 makale olmak üzere toplam 21 çalışmanın, yıllara, araştırma yöntemine, örneklem grubu ve sayısına, çalışma alanına göre dağılımları incelenmiş, kullanılan ve kullanılması önerilen yapay zekâ teknikleri ortaya konmuş ve söz konusu çalışmaların sonuçları betimsel içerik analizi ile incelenerek araştırmacıların vurguladığı sonuçlar saptanmıştır.
Objective: This study was conducted to adapt “The Intrinsic Spirituality Scale (ISS)” into Turkish and to find out its validity and reliability. Material and Methods: This methodological study was carried out with 289 individuals aged 18 and older who were reached online (e-mail, whatsapp, facebook, and instagram) between September 10 and 30, 2020. The questionnaire form prepared via docs.google.com/forms was sent online to individuals (e-mail and whatsapp). The items of the scale are scored between 0 and 10 and the scale has 6 items. Following the translation process of the scale, content and construct validity were assessed. Exploratory factor analysis (EFA) and confirmatory factor analysis (CFA) were performed for construct validity, while item analyses and internal consistency analysis were performed for reliability. Results: As a result of the evaluations and analyses conducted, content validity index of the scale was found as 0.99. Total Cronbach’s alpha coefficient of the scale was found as 0.90. Item loads were found to be between 0.71 and 0.90 and item-total correlation coefficients were found to be between 0.61 and 0.79. The results of EFA and CFA confirmed the single factor structure of the scale. Good fit indices were found as a result of CFA. Conclusion: Turkish version of the “ISS” is a valid and reliable measurement tool to evaluate the degree of motivation of the individual by his/her spirituality, which is also defined as his/her relationship with God.
Bu araştırmanın amaçlarından biri kaygı, psikolojik dayanıklılık, başa çıkma yolları ve patolojik üstbilişler arasındaki ilişkileri incelemektir. Araştırmanın ikinci amacı ise psikolojik dayanıklılık ve kaygı arasındaki ilişkide patolojik üstbilişlerin ve başa çıkma yollarının durumsal aracılık rollerini değerlendirmektir. Çalışma kapsamında 18-65 yaşları arasında 292’si kadın (%65.6), 153’ü erkek (%34.4) toplam 445 kişiden veri toplanmıştır. Katılımcılara, Demografik Bilgi Formu, Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri, Yetişkinler için Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği, Başa Çıkma Yolları Envanteri ve ÜstBiliş Ölçeği-30 uygulanmıştır. Kaygı, psikolojik dayanıklılık, başa çıkma yolları ve patolojik üstbilişler arasındaki ilişkileri değerlendirmek için korelasyon analizi, değişkenlerin kaygıyı yordama güçlerini görmek için hiyerarşik regresyon analizi ve patolojik üstbilişler ile başa çıkma yollarının durumsal aracılık rollerini değerlendirmek için durumsal aracılık analizi yapılmıştır. Korelasyon analizine göre patolojik üstbilişler ve başa çıkma yolları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Diğer ilişkilere ait korelasyon katsayılarının .10 ile .61 arasında değiştiği görülmektedir. Regresyon analizine göre psikolojik dayanıklılık, patolojik üstbilişler ve başa çıkma yolları değişkenleri kaygıya ait varyansın %58’ini açıklamaktadır. Son olarak patolojik üstbilişlerin, psikolojik dayanıklılık ve kaygı arasındaki ilişkiye aracılık ettiği ve bu aracılık ilişkisinde duygusal başa çıkmanın düzenleyici rolünün olduğu görülmektedir. Mevcut çalışmanın sonuçlarına bir bütün olarak bakıldığında psikolojik dayanıklılığın, üstbilişsel süreçlerin ve başa çıkma yollarının kaygının önemli açıklayıcıları oldukları ve özellikle terapötik müdahalelerde söz konusu değişkenlerin çalışılmasının önemli olabileceği söylenebilir.
This article focuses on the relationship between the socioeconomic rights of headscarved women and the political attitude of governments towards the headscarf in Turkey. Taking the 2013 removal of bans against the headscarf in the public sphere as the reference point, we attempt to provide a before-and-after comparison of the status of headscarved professionals in the Turkish labor market, based on factors in the political climate. While focusing mainly on the changing outlook in the public sector, we also examine the consequences of this liberalizing move on the private sector and explore the likely futures of the headscarf issue from a labor market perspective. Findings from the qualitative research reveal the strong influence political attitude has on the headscarf issue, as evident in the employment of headscarved women in white-collar occupations. We discovered that the political climate is still expected to be the key dynamic in Turkey that shapes the future for professionals wearing the headscarf, primarily through the channel of the state job market. This study contributes to the vast literature on women’s social and economic rights by addressing a decades-long, divisive issue that concerns a substantial segment of Turkish society
Kara bodun ifadesinin en eski örnekleri eski Türk yazıtlarındadır. Eski Uygur ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde de tanıklanan ifade, araştırmacılar tarafından farklı biçimlerde okunup anlamlandırılmıştır. Kara sözcüğünün burada sıfat olarak mı yoksa doğrudan bir ad olarak mı kullanıldığına yönelik çeşitli görüşler vardır. Bu farklı görüşler ışığında, kimi araştırmacılar ifadeye ‘avam, sıradan, basit halk’ anlamını yüklemiştir. Böylesi bir anlamlandırmayı destekleyecek dilsel malzemenin Eski Türkçenin söz varlığında bulunması ise oldukça şüphelidir. Yapılan bu çalışmada, kara ve bodun sözcükleri arasındaki yapısal ilişkinin ne olduğu sorununa çözüm aranacak ve ifadenin karşıladığı anlam açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır. Şimdiye dek özellikle kara sözcüğünün kökeni ve karşıladığı anlamlar üzerine çeşitli araştırmalar yürütülmüştür. Çalışmada, yöntemsel açıdan öncelikle kara sözcüğü üzerinde durulacaktır. Ancak önceki çalışmaların tekrarına düşülmemesi adına, burada kara sözcüğü eski Türk yazıt ve el yazmalarının söz varlığında geçen tanıklamalarıyla yalnızca kara bodun ifadesini açıklamak açısından incelenecektir. Yazının devamında, kara bodun ifadesini açıklamakta önemli veriler sunması olası olan kara baş, kara égil bodun, kara kamag bodun, kara kamag sü ile kara suw ifadeleri ve bu ifadelerde geçen sözcükler üzerinde durulacaktır. Yazının son bölümünde ise kara bodun ifadesi üzerine yoğunlaşılacaktır.
Objective: Nursing is a profession which is in direct contact with people and requires face-to-face communication. However, in recent years, social media addiction (SMA) has become widespread among nurses and nursing students. It is obvious that the inactive time spent on social media will negatively affect the quality of the nursing service provided. For that reason, nursing students should be taught to use social media effectively in the context of information technology during their education. To do this, first of all, it is necessary to determine whether there is an addiction problem in the use of social media in nursing students. Therefore, this study aimsto investigate SMA and the affecting factors among Turkish nursing students. Method: In this descriptive study, 197 nursing students were completed the Social Media Addiction Scale. Independent unpaired t-tests, one-way ANOVA test, chi-square test, and Pearson’s correlation coefficient were used as statistical tests. Results: : In this descriptive study, 197 nursing students were completed the Social Media Addiction Scale. Independent unpaired t-tests, one-way ANOVA test, chi-square test, and Pearson’s correlation coefficient were used as statistical tests. Conclusion: Social media addiction was commong among nursing students. The limitation of the use of mobile telephones in theoretical, laboratory and clinical practice in nursing education may be a useful to prevent or minimize SMA.
Mevcut çalışmalar, Avrupa askeri teknolojilerinin Osmanlı’ya nasıl transfer edilip intibak sağladığı yönünde yoğunlaşmışlardır. Bu makalede ise Osmanlı top teknolojisinin ortaçağ Avrupa’sına aktarımı ve tesiri ele alınmaktadır. Osmanlı harp sanayiinin ve top teknolojisinin 15. yüzyılda Avrupalı muadillerinden daha gelişmiş ve yenilikçi özelliklere sahip olduğu farklı kaynaklar incelenerek ortaya konulmaktadır. Somut olarak bu çalışmada, Burgonya Dükü III. Filip’in 1450’lı yıllarda Osmanlı toplarından esinlenerek Burgonya ateş gücünü geliştirme çabasına ışık tutulmaktadır. Osmanlı’dan Burgonya’ya yapılan teknolojik transferin nicelik ve niteliğini belirleyip bağlamına yerleştirmek için farklı kaynaklar incelenmiştir. Dönemin farklı kronik yazarlarının yanı sıra Burgonya mali belgelerinde teknoloji aktarımı için yapılan harcamalar, top ustası ve zanaatkârların istihdamı gibi kayıtlar da takip edilmiştir. Ayrıca Burgonya saray çevrelerinde Osmanlı etkisinin, top teknolojisiyle sınırlı kalmayıp edebi ve tarihi anlatılarında yaygın olarak kullanılan Fatih Sultan Mehmed’in imgesi de mercek altına alınmıştır. Sonuç itibariyle ortaya çıkan bulgular, Batı’nın modern dünyanın tarihsel gelişiminin tek odak noktası olmadığına dair kavrayışı desteklemektedir. Ateşli silah ve top teknolojisi alanındaki gelişmelerin, insanların ve fikirlerin kültürlerarası hareketliliğinden ortaya çıkan etkileşimin bir sonucu olduğu ileri sürülmüştür. Bu nedenle Osmanlı ve ortaçağ Batı Avrupa dünyaları arasında jeopolitik çatışmanın yanı sıra kültürel etkileşimin de varlığına işaret edilmiştir.
ZnO nanoparticles having different size and morphology were obtained by thermal decomposition method with long chain amine ligand and their physical and chemical characterization were comprehensively investigated. Zinc complexes were synthesized by two phase method and this precursor was used for the synthesis of ZnO nanoparticles in high temperature environment. Decomposition behaviour of the mixture with long chain amine precursor was monitored by Fourier Transformed Infrared Technique together with X-Ray Diffraction patterns to analyze the crystal features of the obtained nanocrystals. Transmission Electron Microscopy unveiled the morphological behaviour and crystalline properties of the nanoparticles which show a great homogeneity and monodispersity from the geometrical perspective. Long chain amine precursor concentration was great actor on the formation and growth behaviour of the ZnO nanoparticle as results indicated.
Obesity is a popular topic due to both its mortality and morbidity rates and related diseases such as cardiovascular diseases, diabetes and cancer. Cancer development and progression relate to many factors one of which is dysfunctional adipocytes found in the tumor microenvironment. However, underlying molecular mechanisms of the obesity-cancer link have not been fully understood. In the current study, condition media (CM) obtained from differentiated pre-adipocytes was used to set an indirect co-culture system with the prostate cancer cell line. Firstly, adipogenesis of 3T3F44-2A was checked by oil red o staining and expressions of specific genes. CM of differentiated 3T3F44-2A was applied on prostate cancer cells (PC3). Cell viability, migration capacity and related gene expression levels of the cells were evaluated. 20% CM increased cell viability after 48h. The administration also induced proliferation, migration and epithelial-mesenchymal transition (EMT)-related gene expressions. The results presented the roles of adipocytes found in the tumor microenvironment and this could allow new therapeutic developments. As a new perspective to evaluate the obesity-cancer link, our model experiment may also be useful for other cancer types. 
Üniversite kampüsleri farklı sosyo-kültürel ortamlardan gelen bireyleri bir araya getirmektedir. Aynı zamanda üniversite kampüsleri, bireylerin kişisel ve entelektüel gelişimlerine katkı yapmakta ve bir sosyalleşme alanı işlevi de görmektedir. Kampüsler, sosyal, kültürel, ekonomik ve mekânsal etkileri ile canlılık yaratmaktadır. Bu bağlamda, üniversite kampüslerinin herkesin erişebileceği mekanlar olarak kapsayıcı tasarım çerçevesinde tasarlanması gerekmektedir. Kapsayıcı üniversite tasarımının yedi kriteri; "Arazi Kullanım Organizasyonu", "Kompaktlık", " Bağlanabilirlik", " Konfigürasyon", "Yaşayan kampüs", "Yeşillik" ve "Bağlam"dır. Bu ilkelerin önceliklendirilmesi veya ağırlıklandırılması, Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKV) problemi olarak ele alınabilir. Bu nedenle bu çalışmada, bu kriterlerin değerlendirilmesinde Bulanık Analitik Ağ Süreci (FANP) ve Tutarlı Bulanık Tercih İlişkileri (CFPR) metodolojileri kullanılmış ve her iki metodolojinin sonuçları karşılaştırılmıştır.
Today, the ecological system is being destroyed due to the environmental pollution. Unlimited consumption habits and the use of non-recyclable materials disrupt the ecological balance; thus endangering the life of all living things in danger. This situation puts the life of all living things in danger. This paper explores how religion might shape perspectives on sustainability measures. The references from the Holy Quran on ecological issues have been highlighted to bring into light the teachings and instructions of Islam and the collaboration of Islamic teachings into environmental campaigns in order to raise social awareness on sustainability issues has been proposed. This paper explains how environmental issues are mentioned in the Qur'an and suggests studies involving Religious Culture and Moral Knowledge (RCMV) teachers and the religious commissaries to protect the environment. At the same time this study shows that it is necessary to act in accordance with the nature of the earth for a more balanced, peaceful and sustainable existential climate.
Amaç: Bu çalışma, iki farklı ilde yaşayan hemodiyaliz hastalarının sağlıkta kadercilik anlayışı ile hastalık algılarını karşılaştırmak ve aralarındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı, kesitsel tipte olan çalışma, Şubat 2021 tarihinde İstanbul’da (2 diyaliz merkezi) ve Elazığ’da (1 diyaliz merkezi)bulunan diyaliz merkezlerinde araştırmayı kabul eden 200 hasta gerçekleştirilmiştir. Veriler“Tanıtıcı Özellikler Formu’’, “Sağlıkta Kadercilik Ölçeği (SKÖ)”ve “Kısa Hastalık Algısı Ölçeği (KHAÖ)” kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: SKÖ’nün toplam ortalamasının 56.14±15.22; KHAÖ’nün toplam ortalamasının 29.7±10.97; alt boyutlarının toplam puan ortalaması ise kişisel kontrol 4.3±2.92, tedavi kontrolü 6.61±2.27, uyum 5.33±3.51, sonuçlar 8.02±1.81, süre 7.84±2.32, hastalık anlaşılırlığı 6.08±2.52, endişe 7.21±2.85 ve duygusal temsil 7.41±2.6 olduğu saptanmıştır. SKÖ ile KHAÖ ve alt boyutları olan uyum, süre, endişe ve duygusal temsili arasında pozitif yönde ve zayıf düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. SKÖ ile KHAÖ ve alt boyutlarının illere göre puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Sonuç: Hastaların hastalık algısının olumsuz ve sağlıkta kadercilik eğilimlerinin orta düzeyde olduğu bulunmuştur. Hastaların sağlık kadercilik anlayışı artıkça hastalık algısı olumsuzlaşmaktadır. Elazığ’da yaşayan hastaların sağlık kadercilik anlayışının yüksek, hastalık algısının da olumsuz olduğu saptanmıştır.
Bireyin gördüğü her türlü zarar, şiddet kapsamına girmektedir. Bu nedenle şiddet tanımlamalarında bir kategorizasyona giderek sorunu farklı yönleriyle ele almak hem tanımlama hem de çözüm üretme açısından kolaylık sağlamaktadır. Şiddet türleri içerisinde diğer şiddet türlerine göre daha az dile getirilen, ancak etkileri itibariyle yayılımı daha fazla olan ekonomik şiddet ise kişinin ekonomik imkânlarını başkasına karşı bir tehdit ve kontrol aracı olarak kullanması durumudur. Ekonomik şiddet bu çalışmada Türk Sineması’ndan Nefesim Kesilene Kadar filmi ile incelenmiş ve yöntem olarak da nitel analiz yöntemlerinden betimsel analiz yöntemi tercih edilmiştir. Çalışmada, film üzerinden ekonomik şiddetin aile içinden topluma uzanan etkileri ve olası sonuçları değerlendirilmiştir.
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaş, zorunlu göçle sonuçlanmış, milyonlarca insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmıştır. Uzun bir süre ateşkesin sağlanamaması ve yerleşim birimlerinin saldırıların hedefinde olması, sivil nüfusun güvenli tahliyesini önemli bir gündem maddesi haline getirmiştir. Savaştan etkilenen nüfus gruplarının güvenli bir şekilde bölgeden ayrılabilmelerinde, kırılgan grupların insani yardımlarla buluşturulabilmesinde ve sosyal hizmetlerin sunumunda insani koridorlar önemli işlevler üstlenmektedir. Göçmen nüfus gruplarının iyilik halinin ve sosyal işlevselliğinin sağlanmasında, savaşın yol açtığı insan hakkı ihlallerinin asgari düzeye indirgenmesinde sosyal hizmet mesleği önemli roller üstlenmektedir. Bu çalışmada Rusya-Ukrayna Savaşı neticesinde meydana gelen zorunlu göçün, insani koridorlar özelinde ve sosyal hizmet disiplini bağlamında değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan etkilenen nüfusun korunmasında ve güçlendirilmesinde ortak amaçlar çerçevesinde çalışmaların yapılması için Barış İçin Sosyal Hizmet Ağı kurulmuştur. Bu ağ zorla yerinden edilen mültecilerin ihtiyaçlarına cevap vermenin yanı sıra ülkede kalan nüfusa yardım etmek için profesyonelleri ve toplulukları koordine etmektedir. Bu çalışmanın göç alanında hizmet veren başta sosyal hizmet uzmanları olmak üzere insani yardım alanında tüm çalışan profesyonellerin uygulamalarına ışık tutacağı değerlendirilmektedir.
Besinlerin işlenmesi sırasında oluşan İleri Glikasyon Son Ürünlerin [Advanced Glycation End Products (AGEs)] heterojenliği, fizyolojik olarak oluşan AGE’lerden daha fazladır ve diyet AGE'lerinin çeşitli olması etkilerini karmaşıklaştırmaktadır. Diyetle alınan AGE’lerin kronik hastalık riskini arttırdığı vurgulanmaktadır. Mevcut çalışmada toplum tarafından sık tüketilen besinlerden olan makarna ve eriştelerde başlangıç ve in vitro sindirim metodu sonrasındaki glioksal ve metilglioksal düzeyleri ve biyoerişilebilirlikleri araştırılmıştır. Makarna ve erişte örneklerindeki başlangıç GO ve MGO değerleri sırasıyla 0,112-2,607 µg/100 g ve 1,641-11,675 µg/100 g olarak saptanmıştır. İn vitro sindirim işlemi sonrasında tüm örneklerdeki GO ve MGO içeriklerinde artış saptanmıştır. Sindirim sonrası GO ve MGO içerikleri sırasıyla 0,847 ile 6,624 µg /100 g ve 5,563 ile 24,932 µg /100 g olarak belirlenmiştir. GO için en yüksek biyoerişilebilirlik %1098 ile yumurtalı eriştede görülürken, MGO’da ise %519 ile standart makarnada görülmüştür. Sindirim sürecinde açığa çıkan serbest şeker miktarının AGE öncülerinin artışına katkıda bulunduğu düşünülmüştür. Bununla birlikte sindirim sonrasında her ne kadar ürünlerin GO ve MGO biyoerişilebilirlikleri artmış olsa da 100 gram üründeki miktarları incelendiğinde ürünlerin AGE öncüleri içeriğinin düşük olduğu söylenebilir. İnsan beslenmesi genel olarak karışık bir kompozisyona sahip olduğundan diyette yer alan tüm besinlerin AGE içerikleri önem arz etmektedir. Bu nedenle ülkemizde sık tüketilen ürünlerin AGE içeriklerinin belirlenmesi ve içeriklerin azaltılabilmesine yönelik tekniklerin geliştirilmesinin halk sağlığı açısından önemli olduğu düşünülmüştür
Bu çalışmada velilerin etik yargıları ve okul iklimi algıları cinsiyet, yaş, mezuniyet durumu, medeni durum gibi çeşitli değişkenler dikkate alınarak incelenmiş olup, velilerin etik yargıları ile okul iklimi algısı arasındaki ilişki araştırılmıştır. Çalışma, nicel araştırma yöntemine ve ilişkisel tarama modeline göre gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın örneklemini, 2019-2020 eğitim öğretim yılında İstanbul Zeytinburnu İlçesi’nde devlet okullarında öğrencisi bulunan 524 veli oluşturmaktadır. Veriler “Etik Durum Ölçeği” ile “Velilerin Okul İklimi Algısı Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Elde edilen veriler, t testi, ANOVA ve korelasyon analizleri yapılarak çözümlenmiştir. Bulgulara göre kadın, 49 yaş ve altında olan, anne, evli ve lise mezunu velilerin etik-idealizm yargıları, erkek, 50 yaş ve üzeri, baba, bekâr ve ortaokul mezunu velilerin etik-idealizm yargılarından daha yüksektir. Kadın, evli, anne, ortaokul ve lise mezunu olan velilerin okul iklimi algılarının, erkek, bekâr, baba ve üniversite mezun olan velilerin okul iklimi algılarından daha olumludur. Velilerin etik yargıları ile okul iklimi algıları arasında düşük düzeyde ve pozitif yönlü bir ilişki bulunmuştur. Velilerin etik yargılarını ve okul iklimi algılarını belirleyen araştırmalar yaparak bu doğrultuda hedefler belirlenmesi ve gelişmelerin takip edilmesi gerekmektedir.
Türkiye 12 Eylül 1980 ihtilalinden itibaren güvenlik algılarında dönüşümü tecrübe ederek yaşamış, kimi zaman tabi olduğu yapının kimi zaman da iç güvenlik bağlamında güvenliğin kavramsal ve pratik dönüşümüne tabi olmuştur. Yapısal faktörlerin dikte koşullar ve çarpan etkisi yaratan kısıtları veya yönlendirmeleri istikametinde iç ve bölgesel sorunlar ile tecrübe edilen fiili dönüşüm Türkiye’yi temposu gittikçe artan güvenlikleştirme sarmalına tabi kılmıştır. Önceleri güvenliğini yapının teminatları ile sağlamaya çalışan Türkiye, yapıdaki dönüşüm karşısında geleneksel güvenlik okumalarını terk etme ihtiyacı hissetmiştir. Bu çerçevede iktidarlara veya bölgesel/yapısal dönüşümlere bağlı olarak Türkiye, sırasıyla; uluslararası yapıya endeksli, doğrudan tehditlere mukabelede bulunan ve pro-aktif bir güvenlik stratejisi izlemeye itmiştir. Türkiye’nin güvenliği deruhte etmede izlediği yöntem dış dünyada ‘yayılmacı’ olarak algılanmıştır. Ancak yeni dönemde kavramlar güvenlik olaylarını açıklamada geç kalmakta ve devlet dışı aktörlerin de yer olduğu yeni yapıda devlet aktörlerin güvenlikleştirme süreçlerinde sert – yumuşak tehditlere yönelik çok katmanlı, esnek ve alternatifli olmasını gerektirmektedir. Araştırmada Türk siyasi tarihinin modern dönüm noktaları esas alınarak bahse konu güvenlik algısı dönüşümü incelenmiş ve modern dönemde tercih edilen güvenlikleştirmeye yönelik değerlendirme yapılmıştır.